256 – Fudbol


19 Ekim 2012

Fudbol(*)

Benim doğduğum ve reşit olana kadar geçen zamanlarda futbol bugünkü gibi en sevilen spor olsa da başarılar açısından bugünlere daha doğrusu birkaç yıl öncesi ile uluslar arası arenada kıyas bile kabul etmeyecek bir başarısızlık içerisindeydi. Bunun başlıca sebebi ise tesis sorunu idi. Mesela biz İstanbul’a ilk geldiğimiz zamanlarda İstanbul’da oynanan bütün 1. Lig futbol maçları İnönü Stadında yapılmaktaydı. Bu da bazen Sarıyer, Bakırköy gibi semt takımlarının da katılmasıyla dörde bazen beşe çıkan takım sayısı ile aynı hafta birden fazla maç oynandığından üstelik de maçlardan önce genç takımlar, kız takımı Dostlukspor’un da oynadığı gösteri maçları yapıldığından sezon öncesi stadın takımlara kapatılıp çimlendirilen zemini daha sezon ortası gelmeden önce orta saha ve kale önleri olmak üzere gittikçe çoraklaşmakta, ilerleyen zamanlarda çoraklaşmaktan da öte tarlalaşan sahanın taç çizgisi kenarları hala daha çim olmasa da otlak olduğundan top oralarda yerden dümdüz giderken birden sekmeye başlayabiliyordu.

1982_İnönü-Şeref_Stadları

Yukarıdaki 1982 yılına ait fotoğrafı İstanbul Belediyesi sitesinden aldım. Fotoğrafta İnönü stadının kelleşmiş orta sahası gayet net gözüküyor. Şeref stadı ise tamamen toprak kaplı.

https://sehirharitasi.ibb.gov.tr/ adresinden KATMANLAR-ARŞİV kısmından eski tarihlere ait İstanbul’un havadan çekilmiş fotoğraflarına bakıp eskiyle yeniyi kıyaslayabilirsiniz.

Aynı zamanlarda Beşiktaş futbol takımı (ki esas takım jimnastiktir) antrenman sahası olarak şimdilerde Çırağan Kempinski’nin olduğu yerdeki Şeref Stadını kullanıyordu. Hafta sonları neredeyse tüm amatör kulüpler sabah saat onda başlayıp her 2 saat başı yeni maçın başladığı için değil çimin, eğrelti otunun bile uğramaya korktuğu saha olduğundan hele ki yağmur yağdığında inanılmaz oluyordu. Benim bir veya iki kere İnönü Stadında maç seyretmeden önce oraya uğramışlığım vardı. Yağmurun balçıklaştırdığı sahada değil topu koşturmak, sahadakiler kendileri bile zor koşturabiliyorlardı. Koşarken yerdeki balçık kramponlara biriktiğinden maça bir altmış beş başlayan futbolcu maçı bir seksen olarak bitirebiliyordu. Babamın kendi gençliğinden hatırlamış olduğu maçlarda, üstelik bir de tesis ve malzeme yokluğundan deniz kenarında olan statta vakit geçirmek isteyen takımlardan topa iyi vuranları ile kabiliyetsizlikten kaleye şut çekenlerin vuruşları Boğazın serin sularında son bulurmuş. Kenarda bu durumlar için aportta bekletilen kayıkçılar da hem topu getirip maçın yarım kalmasını engellerken hem de üç beş kuruş nasiplenirlermiş.

İstanbul’daki statlar böyle iken İzmir’deki Atatürk Olimpiyat Stadı dışındakiler daha da kötü durumda olurlardı. Hatırladığım pazartesi akşamları o hafta sonu oynanan maçların görüntülerinde çorak sahalardaki sertliği biraz olsun giderebilmek için ıslatılmak istenen sahaya uygun sulama sistemi olmadığından arozöz ile sulama yapıldığından, ikinci yarılarda top oynanırken sahada kamyon tekerleği izleri görmek mümkün olurdu.

Peki biz bunlarla yetinirken hafta içi Çarşamba akşamları, benim ilk ve orta dereceli okullarda okurken hafta içi televizyon seyretme yasağımı delmeme yarayan tek fırsat olan Avrupa Kupası maçlarını seyrederken yeşil çim sahaların ekran siyah beyaz olarak olsa bile yeşili fark edilebiliyırdu. Bizde meşin toplar defalarca kullanılmış olduğundan renkleri matken, Avrupa kupası maçlarındaki toplar pırıl pırıl olurdu ve imrenirdik.

Hal böyle olunca da tabi Uluslararası arenada başarı da gelmiyordu, gelemiyordu. Arada kuşun taşa çarptığı durumlar oluyor ve kimsenin beklemediği başarılar bizi göklere sıçratıyordu. Tabi başarı genellikle az farklı mağlubiyetler ya da daha da inanılmaz olan beraberlikler dolayısıyla kahramanlar yaratıyordu. Mesela benim ilkokulun son sınıfında okurken Maarif Kolejine hazırlık için ekstra almakta olduğum dersin çakıştığı ders yüzünden seyredemediğim bir İtalya maçı vardı. Kalecimiz rahmetli Sabri Dino’nun mucizeler yarattığı için gol yemediğimizden, gol atmak diye bir şey olmayacağından, maç başladığı gibi berabere bitmişti. Günlerce konuşulmuştu. Hatırladığım Sabri’nin soyadının İtalya kalecisinin ismiyle aynı olmasıydı. Daha sonra Dünya Kupasında 1000 dakikanın üzerinde bir rekor süre gol yemeyerek gündeme oturan İtalya’nın meşhuru Dino Zoff, muhtemelen bu başarısı sebebiyle Sabri’nin bu maçtaki ve onu takip eden zamanlardaki kadar gündemde kalmamıştı.

Ben üniversitede iken hala daha başarılar kuşun taşa çarpmasına bağlı olduğu için, başarısızlık normaldi. Bir Türkçe dersinin final imtihanına denk gelen bir İngiltere maçı için alelacele işaretleyip daha önceden edinmiş olduğum biletimle maça başlamasına birkaç dakika kala girmiştim. Derken önde Fenerbahçeli Cem Pamiroğlu’nun kaptanlığında çıkan takımı tanımakta zorluk çektim. Öncelikle o güne kadar bizim milli formamız klasik hale gelmiş bir formaydı. Formamız eğer beyaz ise göğsünde kırmızı bir şerit bulunur, bu şeridin tam ortasında da ay ve yıldız olurdu. Eğer forma kırmızı ise bu kez göğüste bu kez beyaz bir şerit olurdu. Bu beyaz şeridin tam ortasında da yuvarlak bir kırmızı içinde ay yıldız bulunurdu. Hâlbuki İngiltere maçında takım sahaya parçalı kırmız beyaz forma ile çıkmıştı.

1984_Türkiye-İngiltere

Yani bakınca Samsunspor veya Boluspordan farklı olmayan ama hiç de milli özelliği olmayan bir forma. Hal böyle olunca da İngilizlerin neredeyse her atağı gol olmuş, kaleci Yaşar, top kurtarmaktan çok topu fileden çıkarmakla yorulmuştu: 8-0. Bir golde ise kornerden gelen bir top kaleye girerken Yaşar penaltı noktasından daha uzak bir noktada tahminen ceza sahası içerisinde kaleye en uzak oyuncu olarak bulunuyordu. Bazen spor programlarında eski anıları anlatırken o zamanların meşhur golcüsü Lineker’i gözden fazla kaybettikleri ve birbirlerine onu görüp görmediklerini sorduklarını sanki marifetmiş gibi söylüyorlar. Adeta kaçınılmazsa zevk alınması gereken bir durummuş gibi.

Lineker deyince ve konu futbol olunca Lineker’e sormuşlar “Futbol nasıl bir oyundur?” diye onun cevabı ise şöyle olmuş:
Futbol 22 futbolcu ile 90 dakika oynanan ama sonunda Almanların kazandığı bir oyundur
Artık bu futbol ve gol ustasının ardından söylenecek söz kalmıyor.

* Anlattığım zamanların en çok Milli Takım Antrenörlüğünü yapmış olan rahmetli Coşkun Özarı’nın söylediği şekli ile futbol.

Sonraki yazı 257 TAHTA

255

257

Yorum bırakın