252 – ÇEKİ


10 Ağustos 2012

Sayı madem 250’ye geldi bu sayının önce bende hatırlattıkları ile başlamalıyım.

Yeni nesil muhtemelen bu ilk tanımlamayı bilmiyordur. O da TDK sözlüğüne göre “Odun, kireç vb. ağır ve kaba şeyleri tartmakta kullanılan, 225,978 kilogram olan ağırlık ölçü birimi”. Bize okulda öğretilen ise çeyrek tonluk yani 250 kiloluk bir ağırlık birimi. Neden ÇEKİ’nin kullanıldığına gelirsek benim aklıma gelen ilk düşünce vakti zamanında ısınma için kalorifer sistemi olmadığı, kredi kartlarının da bu kadar hoyratça kullanılmadığı zamanlarda rahmetli Turgut Özal’ın “Ortadirek” olarak bahsettiği dar gelirli insanların ısınmak üzere evlerinde yaktıkları odun veya kömürü alırken ton bazında alışveriş edemediklerinden “ver bana şuradan çeyrek ton odun” demelerinin yaratacağı sıkıntıyı ortadan kaldırmak için üretilmiş bir ağırlık ölçüsü diye düşünüyorum. Bu yazıyı yazarken de dikkat ettim ki bu değer esasında 250 değil de 225 imiş. Yani ufak çaplı bir kazıklama olayı da yaşanmıyor değil. Aradaki fark 25 kilo ve her 10 kişide bir tanesi satıcıya yol, su, elektrik olmasa da kâr olarak geri dönüyor. Biz de zannediyoruz ki yahu bu 250 kilo odun ne çabuk bitti.

250 üstelik ninemin anlatmış olduğu bir hikâyenin de son adımından bir önceki adımıdır. Vakti zamanında Osmanlı İmparatorluğu yıkılıp da Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda DursuneŞirin.jpgAfrika’dan devşirilip köle olarak çalıştırılan Afro Türkler kölelik devri bittiği için serbest kalmışlar. Geriye dönecek ülkeleri de olmadığından mecburen bizlerle yaşamaya devam etmişler. Muhtemelen eski Türk filmlerinin unutulmaz hizmetçi karakteri olup “kucjuk hanim siji bir bay araedi“ gibi konuşan ve “gündüz feneri” diye de adlandırabileceğimiz insanlardan bir kısmı Cumhuriyetin ilk yıllarında ninemin yaşadığı İzmir civarlarında geçimlerini tarlalarda işçi olarak çalışarak sağlıyorlarmış. Bunlar çalıştıkları tarlalarda ekin kaldırıldıktan sonra da tarla sahibi tarafından ekin toplanırken tarlaya düşen taneleri toplamalarına izin veriliyormuş. Toplayacakları taneler de kendilerinin olduğundan canla başla çalışıp birkaç çuval ekin elde edip bunları satıp en sevdikleri şey olan ET’e yatırırlarmış.

Ninemin o güzel benzettiği şivesiyle kasaba gidip et alırlarmış ve kasap ile aralarında şöyle bir konuşma geçermiş:

“- Gasâp, êt, vêê.” (kasap, et ver)
“- Ne kadar olsun?”
“- Vee işte canım, yarım goode” (Ver işte canım, yarım gövde)

Paralar biraz azalıp tekrar kasaba uğrandığında

“- Gasâp, êt, vêê.”(kasap, et ver)
“- Ne kadar olsun?”
“- Vee işte canım, 2-3 okka” (Ver işte canım, 2-3 kilo)

Paralar suyunu çektikten sonra, biraz da mahcup olarak kasaba gelen kahramanımız, biraz da alçak sesle parasız biraz et alabilmek ümidiyle şöyle sorarmış kasaba:

“- Gasâp, gırıfıntı vaa mı?” (Kasap, kırpıntı var mı?)

Çeki’ye ve evlerde sobalarda yakılacak odunlara geri dönersek, mahalle içlerinde boş arsalarda yerleşen oduncular nedense arada odunları sularlardı. Hani kuruyup tozumasınlar diye. Hâlbuki esas fikir ıslanan odunla beraber Allahın bedava suyunu da daha ağır çektirterek odun olarak satmak.

Günün birinde böyle bir arsada arkadaşlarla top oynadık. O zamanlar öyle meşin top filan değil de ya adi plastikten topla ya da ilk çıktığı zaman fiyatıyla anılan “on beş liralık” diğerlerine göre biraz daha kaliteli toplarla oynardık. Arsanın diğer tarafında da odunları dizip müşterisini bekleyen bir oduncu var. Biz muhtemelen o zamanların modası “beşte devre onda biter” oyunumuzu oynayıp evlerimizin önüne dağıldık. Derken oduncu yanımıza gelip bizi top oynarken odunlarını yıkmakla suçladı. Biz suçlamayı doğal olarak kabul etmedik. Ama adam ısrar ediyordu:

“- Siz yıktız! Siz yıktız!” diye.

Yahu o topu alıp odunları yıkmak üzere karşısına geçip şut çeksek, en babayiğidimiz yıkamaz. Adam gelmiş bize “Siz yıktız!” diyor. Sonra bizden bir şey koparamayacağını anlayıp geri dönmüştü ama benim hafızamda hala daha yankılanır adamın sözleri.
Gene ninemin zamanından bahsedersek, ninemin evinin önünden eşeğine yüklediği sebze meyvesini satan bir Çingene geçermiş. Her geçişinde de ninem kadından bir şeyler alırmış. Ama kadın kapının önünde durup beklemezse kaçırırmış. O yüzden kadına tembihlermiş:

“- Bak her gelişinde mutlaka dur. Ben her defasında alırım” diye

Ama kadın kafasına göre bazen durur bazen durmazmış. Durmadığında niye durmadığını sorunca da kadın gayet mantıklı bir cevap olan:

“- Eşşek durmıyara be gızım”

Diye tüm kontrolun eşekte olduğu gibi bir cevapla nineme söylenecek söz bırakmazmış.

Tüm kontrolun sizde olduğu, odunları yıkmadığınız güzel günler dileyerek ninemi bu vesile ile rahmetle anıyorum. Nur içinde yatsın.

Sonraki yazı 253 ALIŞKANLIKLARIMIZ

251

253

Yorum bırakın