246 – Eurovision II


1 Haziran 2012

Eurovision şarkı yarışması çok uzun seneler Türkiye’nin belli dönemlerde en önem verdiği organizasyonlardan biriydi. Spor yarışmalarında çalışmayı çok sevmediğimizden pek başarılı olamadığımız için hiç olmazsa Allah vergisi yetenekle kotarılabilen müzik yeteneğimizi konuşturup Avrupalılarla bu konuda yarışmaya çalışıyorduk. Ama nedense Avrupalılar bizi pek sevmediğinden diye düşünüp başarısızlıklara kulp bulabiliyorduk. İlk gittiğimiz zamanlarda TRT denetimi çok sıkı olduğundan ve TRT kriterlerinin herhalde Avrupa’ya pek ayak uyduramadığından hiç başarılı olamadık. Hatta başarısızlıklarıyla övünen Norveç, Danimarka gibi ülkeleri fazla zorlanmadan başarısızlıkta geride bırakabiliyorduk.

Bir milli mesele haline gelen Örevizyon şarkı yarışmasına katılmayı göze almak da ateşten gömlek giymekten farksızdı. “Bile bile lades” şeklinde zaten başarısız olunacağından ünlü sanatçılar çok hevesli olmazlardı. Başarısız olsa da bundan fazla etkilenmeyen ilk kişi Ajda Pekkan olmuştu. Petrol isimli şarkısıyla her ne kadar çok başarılı olmasa da tek ülkeden aldığı 12 tam puan ile hem gönülleri fethetmiş hem de sonuçta varılan başarısız sonucu gölgelemeyi bilmişti.

Örevizyon yarışması deyince aklıma ilk gelen kişilerden birisi Olcayto Ahmet Tuğsuz olurdu. Hemen hemen her yarışmaya en az üç veya olmazsa iki şarkısıyla katılır, bunlardan en az birine kendi de eşlik ederdi. Ve sonra da başardı.

Olcayto ile enteresandır yolumuz bir şekilde kesişti. Boğaziçi Üniversitesini bitirip Elektronik Mühendisi unvanımı aldıktan sonra askerlik için karar aldırdım. Askere gitmek için daha önümde 1 sene olduğundan bitirdiğim okulun yanındaki yerleşkede bulunan ve Avcılar’a henüz taşınmamış olan İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesine gitme kararı aldım. Gerekli belgeleri doldurup kaydımı tamamladıktan sonra bir de giriş sınavını geçip okula kaydoldum. Derslerin başlayacağı ilk gün Kadıköy’den gelmenin sorun yaratacağını düşünüp biraz erken gitmiş olmalıyım ki ortalık in cin top oynuyor durumlarındaydı.

Koridorda beklerken benim gibi bekleyen bir kişi daha vardı. Ama ben üniversiteyi yeni bitirmiş, neredeyse toy bir delikanlı iken o kişi bayağı kelli felli, durmuş oturmuş, takım elbiseleri içinde işadamı kılıklı biriydi. Aynı şeyi beklediğimiz bariz olduğundan sohbete başladık. Kendisini bir yerlerden çıkaracağımı düşünüyordum ama bir türlü şekillendiremiyordum. Derken vakit gelip diğer sınıf arkadaşlarımız da geldikten sonra ortak tanışma faslı esnasında öğrendim ki kendisi Olcayto Ahmet Tuğsuz imiş.

Ama ilginçtir, aramızdaki neredeyse 15 yaşa varan farka rağmen kendisi sınıfın en meraklı ve etkin kişisiydi. Sınıfta bulunan kırk küsur yeni mezun talebenin arasında, öğrenci psikolojisinden sıyrılmış ve bir iş adamı kimliğine sahip olduğundan olayı en ciddiye alan oydu. O kadar ki, sınıfta belki sadece O evliydi ve karısıyla beraber çalıştırdıkları bir reklam şirketi vardı. Bu arada Eurovision şarkı yarışmasına hazırlanmaktaydı ve o sene burun farkıyla Seyyal Taner ile birlikte ikinci olmuşlardı. Sosyeteye dahil olduğundan neredeyse her akşam farklı bir mekana gider, farklı restoranlarda yemek yer ve bizlerle sanki biz öğrenci halimizle oralara gidebilirmişiz gibi oraların kritiğini yapmaya çalışırdı. Televizyonda ne zaman bir film veya önemli bir dizi olsa ertesi gün onu seyretmiş olarak gelip bizlerle tartışabilirdi. Yalnız en büyük şanssızlığı o sene yapılmakta olan Dünya Kupası futbol karşılaşmalarının Meksika’da olması idi. Aradaki saat farkı yüzünden bizim saatimizle gece yarıları oynanmakta olan ve televizyondan yayınlanan tüm karşılaşmaları seyrettiğinden gözlerde hafif bir kızarıklık oluşmuştu.

Bölüm İşletme ve sınıfın yarıdan fazlası İşletme Fakültesi mezunu olduğundan, o sıralar daha yeni başlamakta olan bilgisayar kullanımı ve bilgisayar programcılığı daha yaygın olmadığı için “Bilgisayar’a giriş ve BASIC programlama” dersi herkeslere zor geliyordu. Bunun farkına varınca durumdan ders çıkarmak adına ders aralarında ve olası bazı boş derslerde tahtaya kalkıp arkadaşlarıma ders anlatmaya başlamıştım. Yalnız durum o kadar vahimdi ki, neredeyse sınıfta beş, on kişinin haricindeki tamamı benim verdiğim dersten öğrenebiliyordu bu dersi. Tabi bu derslerin en ilgili kişisi bizim ona hitap şeklimizle Ahmet idi.

Kendisini tanımaktan çok memnun olsam ve Eurovision normu şarkılarının dışında ve yarışma harici üretkenliği olmamasına karşın, yarışmaya katıldığı esnada bir şekilde karşılaşmış olduğu ve benim erkek Türk hafif müziği şarkıcıları arasında en üst basamağa oturttuğum kişi olan Barış Manço ile biraz dalga geçer gibi, “Bana bir şarkı ayarlayın” şeklindeki isteğine, “Tek oktavlık şarkı yazamıyorum” diyerek Barış’ın sesiyle dalga geçmiş olmasına biraz bozuldum.

Tekrar yarışmaya geri dönersek, bizim yarışmaya verdiğimiz bu önemi, yarışmayı kazanan sanatçılara verdiğimiz önemle paralel olduğunu görebiliriz. 1973 yılında yarışmayı kazanmış olan Anne Marie David daha sonra Türkiye’ye gelmiş, Türkçe öğrenmiş ve “Neşeli gençleriz biz, şibidibidip, şibidibidip dip” gibi ağır aksanlı şarkısıyla gönüllerimize taht kurmuştu.

Sonra aynı bizim Olcayto gibi Eurovision müptelası olan İrlanda’nın Olcayto’su Johnny Logan da, Olcayto’dan farklı olarak iki kez bu yarışmayı birincilikle bitirmenin ödülünü Milli Damat olarak almıştı. Damat Johnny, O zamanın en gözde çıplaklarından ve oryantal sanatçısı Burçin Orhon ile evlenmiş ve bir de kızları olmuştu. Ama yarışmayı kazandığı her iki şarkısı da Eurovision normlarında gayet güzel şarkılardı.

Sertap Eurovision’da birinci olmadan çok önceleri yurtdışında yaşayan bir Türk olan Atilla Şereftuğ’un İsviçre adına birinciliği medyada fazla yer bulmamıştı. Halbuki o seneler henüz ünlü olmayan Celine Dion’un belki de ilk çıkışı Atilla Şereftuğ’un bestesiyle olmuştu.

Geçen gün bizim Eurovision geçmişimizi sıralarken bir de dikkat ettim ki, Şebnem Paker’in üçüncü olması ile başlayan süreçte, birincilik ve ikincilik de dahil olmak üzere pek çok kereler başarılı sonuçlar alıp Bülend Özveren’in yüzünü güldürmeyi başarmışız.

Sonraki yazı 252 ÇEKİ

245

247

Yorum bırakın