243 – Oyuncakçı


13 Nisan 2012

Bundan neredeyse 4 sene evvel gene bir Perşembe akşamı ne yazayım diye düşünürken imdadıma kızım Başak yetişmiş ve benim için yazımın ilk satırını yazarak başlamıştı:
“Benim sevmememe rağmen Burçak’ın favorisi olan tom balığı;”…

Sonrası ise kolay gelmişti hani rahmetli ninemin kullandığı ağzı ishal olmuş lafı gibi yazısı ishal olmuş olan benim için. Bu hafta da geçen hafta yazı yazmamamın veya daha doğrusu yazamamamın rahatsızlığı ile kıvranırken birkaç hafta evvel onun yazmış olduğu Amerika seyahatimizle ilgili olarak hazırlamış olduğu sunusuyla haftayı kotarmış ve kurtarmış olduğum Burçak’a yeni bir sunu daha hazırlamasını isteyince nedense reddetti beni. “Bari bana bir konu ver” deyince de “Oyuncakçı” deyiverdi aniden.

Bir “Tom Balığı” lafıyla yazı yazmaya başlamaya alışkın olan benim için de gerisi kolay gelir diye düşünmekteyim.

Burçak “oyuncakçı” deyince aklıma ilk gelen tabii ki yurtdışı gezilerim oldu. O zamanlar bekâr olup dolayısıyla yalnız gezerken ihtiyacım olsun olmasın her türlü mağazaya da girip çıkardım. Bunlardan hem çok zevk aldığım, hem de alışveriş yaptıklarım okunmuş kitap satan sahaflarla o zamanlar daha yeni yeni Türkiye’de tanınan CD’leri satan müzik marketleriydi. Bizde henüz oyuncak sanayi fazla gelişmiş olmadığından Türkiye’deki mağazalar biraz küçük olup içeride fazla gezinecek yer olmadığından, ilk gördüğüm Toy’s’r’us mağazası benim için hakikaten hem görkemli hem de alışveriş yapma potansiyelimin çok yüksek olduğu bir dükkân oldu. Bizdeki tezgâhtarların aksine eğer gözlerinizde soru sorar gibi bir ifade yoksa tezgâhtarlar gezenleri pek rahatsız etmiyorlar.

Bunun sebebi muhtemelen ya gezen kişiye saygı ya da, bana göre esas sebep, ucuza çalışıp minimum efor harcayarak zaten olmayan potansiyellerini kullanmak istememeleri. Aynı şekilde bizde bir mağazaya girseniz mutlaka bir işgüzar gelip size gayet nazik bir şekilde yardımcı olup olmayacaklarını sorup durur, adamı taciz edercesine. Kardeşim bir şey isteyecek olsam gelir sana sorarım. Belki buradan bir feyz, bir ilham almak istiyorum; belki dışarıda yağan yağmurdan ya da beni kovalayan polis memurundan kaçmak için buraya sığındım; hadi olmadı belki yalnız gezerken benim gibi hem kolay sosyalleşemeyen bir karşı cins ile burada karşılaşma umuduyla buraya geldim. Yok, illa gelip soracaklar “yardımcı olabilir miyim?” diye.

Ama benim gezişlerim yukarıda anlattıklarımın dışında tamamen oyuncak sanayinin nerelere geldiğini görüp buna hayranlık duyarak tüm reyonları duyumsamak üzere reyonlarda gezmek içindi. En çok ilgilendiklerimse hala daha bir oyuncakçı gördüm mü bakmadan edemediğim çok parçalı Yap-Boz oyuncaklar. Oyuncak deyince hep çocuklar akla gelir ama çocukken fazla oyuncak oynamamış büyüklerin de ilgilenecekleri oyuncaklar da bulunurdu o mağazalarda.

Peki, sadece oyuncakçılara mı girerdim? Hayır. Gene o zamanlar Türkiye’de açılmamış ve varlıklarından bile haberdar olmadığım Yapı Marketler de ilgimi fena halde çekmişti. Hatta Almanya’da ilk defa girmiş olduğum BAUHAUS’da dibim resmen düşmüştü. Kendimi kaybedip neredeyse saatlerce kaldığım mağazada envai çeşit alet ve edevat neyse de, neredeyse her boy kesilmiş hazır satılan tahtalar ve onlardan yayılan taze kesilmiş odun kokusunu hala daha burnumda hissederim. İlk girdiğim yapı market olmasından ötürü bende ayrı bir yere sahip olan BAUHAUS, diğerlerine göre daha fiyatlı da olsa hem ilk göz ağrısı olması hem de eve yakınlığı bakımından tercih ettiğim marketler zinciridir.
İlk çıktığında adındaki ahlaka aykırılık sebebiyle ismin TEKZEN olarak değiştirmek zorunda kalan GÖTZEN MARKET de bizdeki ilk olması ve BAUHAUS’a göre daha ehven fiyatı sebebiyle Merter’deki mağazasına Bakırköy’de oturan teyzemlerden dönerken uğradığım olurdu ama orası kapandıktan sonra diğer mağazalarına gitmek nedense ne nasip oldu ne de gitmek için özel bir çaba sarf ettim.

Bizdeki süper marketler henüz daha açılmamışken, Virginia’yı ziyaret ettiğimde okul yurdundan daha yeni çıktığı evinde neredeyse sıfır eşya ile kalmakta olan, kuzenim Aziz’in Üniversiteden arkadaşı Hakan’ın evinde ilk kaldığım gecenin sabahında “madem otelde kalmıyorum, bari oraya vereceğim paranın bir kısmını evin ihtiyacını karşılayayım” diyerek o zamanların en iddialı marketi TARGET’a gidip, bir çift battaniye, 6 kişilik çatal, kaşık takımı ve diğer bazı mutfak ve ev aletleriyle birlikte neredeyse 1990 yılından beri Türkiye’de gitmekte olduğum tüm doğum günlerinde ayağıma giydiğim ördek terlikler de dahil olmak üzere otuz dolardan biraz daha fazla harcayıp evin neredeyse tüm ihtiyacını gidermiştim.

Aynı TARGET mağazasından o zamanlar henüz dijital fotoğraf makinaları icat edilmemiş olduğundan makinaya takmak üzere aldığım fotoğraf filminin ertesi gün aynı mağazada indirime gittiğini görünce “we are never undersold- hiçbir zaman bizden daha ucuz satan olamaz. Eğer bizden alışveriş yaptıktan sonra otuz gün içinde daha ucuza satıldığını belgelerseniz, aradaki farkı öderiz” diye reklam yaptıklarından, indirim mecmuasını alıp fişimle gidip aynı indirimi almayı başarmıştım.

Bizde “1 milyoncu” olarak bilinen mağazaların ilkine Amerika’da rastlamıştım. Adları “1 dollar” idi ama ne gariptir ki bizdeki başlayış tarihinden biraz daha geç olarak başlayan KDV uygulaması yüzünden parçaların fiyatları 1 dolar 6 sent oluyordu. Üzerindeki 6 sent vergi olduğundan kimse de itiraz etmiyordu. Bunun sebebi de Amerika’da vergi dairesi olan IRS’den fena halde tırsıldığıdır herhalde.

Bir de Amerikalılar satış yapmayı bilmediklerinden “KDV fiyatlara dahildir” ibaresini kullanmadıkları için paşa paşa ödüyorlardı altışar sentleri. Zamanla bir dolarlık mağazalar enflasyona yenilince bu kez fiyatların genellikle 4 ila 5 dolar arasında seyrettiği “FIVE BELOW”, Taksim’den aşağı misali, beşten dolardan aşağı mağazaları açılmış. Bu arada geçen seneki ziyaretlerimden birinde e-posta adresimi nasıl verdiysem bana ha babam SPAM postaları gelmekte. (nereden nereye)

İşte bu hafta da bir kelimeden çıkıp nerelere geldik. Bu arada reklam yapma sorunsalı yaşamadığımı isim vermekte hiçbir beis görmediğimden anlamışsınızdır. Evvelki haftaki KAZ olayını yaşamaya başladık. Eşimin Değirmen alışverişi bu hafta tavan yaptı. İnşallah daha yukarılara gitmez. En azından tek seferlik alışverişlerinde.

Sonraki yazı 245 EUROVISION

242

244

Yorum bırakın