226 – Oradan Buradan


28 Ekim 2011

KÜÇÜK KÜÇÜK AKLIMA TAKILANLAR

Geçen akşam annemden dönüyoruz. Saat gece yarısını geçmiş, bire doğru geliyor. E-5’ten sapıp eve doğru dönerken Carrefour’un arkasında polisler yolu kesmiş kontrol yapıyorlar. Ama yaptıkları kontrol tamamen içgüdüsel. Rastgele bir arabayı çeviriyorlar. Tabi bunu yaparken de iyice yavaşlamış olan aracın içine bakıyor ve tabiri caizse, “tipten adam tahlili” ile durduruyorlar. Ben de en sağ şeritteyim. Arabada da ön koltukta yanımda büyük kızım Başak oturuyor. Arka koltukta ise Burçak annesinin kucağına yatmış uyuyor.
Polis önce bana bir bakıp “kerli ferli adam” diye düşünüp geçirmek üzere kenara çekildi. Bu arada arka koltukta oturanları göremeden yanımdaki Başak’ı gördü ve muhtemelen şöyle düşündü. “Oh, beyim almış yanına genç sevgilisini, âleme akıyor”. Hemen bana kenara yanaşmam için işaret etti. Ben yavaşlayıp yana geçerken birden arka koltuktakileri fark edince fikir değiştirip “Ulan adam çoluğunu çocuğunu almış evine gidiyormuş” moduna geçip bana durmamın gerek kalmadığını belirtip durdurmadan geçirdi. Yani siz, siz olun eğer ki akşamları asayiş araması yapan polislerce kontrol edilmek istemiyorsanız, arka koltuğa, mümkünse uyuyan bir çocuk alıp öyle seyahat edin.

**

Hiç dikkat ettiniz mi? Bizim Türk futbolcular, daha doğrusu Türkiye’de oynayan yabancısı da dahil tüm futbolcular, haklı olsunlar olmasınlar, penaltıdan taca kadar tüm hakem kararlarına itiraz ediyorlar. Ama aynı adamlar bir Avrupa Kupası veya Dünya Kupası maçı oldu mu, süt dökmüş kedi oluverip haklı iken bile itiraz edemiyorlar. Bir de aynı adamlar, futbolu zevk için oynamadıklarından mümkün olan her durumda hakemi yanıltmaya çalışıyorlar. Mesela gole gidiyor, ceza sahasına girmiş, kaleciyle karşı karşıya, ama aklı gol atmakta değil penaltı yaptırmakta. Tabi hesap ediyorlar “bir taşla iki kuş olayını”: hem penaltı yaptırıp yüzde seksen gol, hem de adamı attıracak. Yani on bire on bir oynamak yerine rakibi eksiltip maça devam etmek. Hâlbuki İspanya’dan neredeyse her hafta seyrettiğimiz maçlarda, bilhassa Barselona takımı oyuncaları her ne kadar sert darbelere maruz kalsalar da gidebiliyorlarsa mümkün olduğunca düşmemeye, rakip kaleye gitmeye devam etmeye çalışıyorlar. Böyle olunca da hem seyir zevki yüksek oluyor, çünkü oyun zırt pırt durmuyor, hem de nasıl olsa faul yaptım diye oyunu bırakan rakibi ekarte etmiş oluyorlar.

**

Televizyon seyrederken evde Kablo TV’nin Tele Dünya isimli Dijital Platformunu tercih ediyorum. Arada sırada da Akıllı TV adındaki, genellikle amatör çekimler veya güvenlik kamerası çekimlerinin yer aldığı, hem komik durumları gösteren hem de kaza anlarında sıcağı sıcağına yaşanmış ahmaklıkları seyretmek hoşuma gidiyor. Belki de seyrederken biraz zevk de alıyorumdur, hani benim başıma gelmiyor diye. Aynı görüntüler kendilerine ulaşan TV haber programları da eğer haber portföyleri o gün fazla dolu değil ise, bu görüntüleri kullanıyorlar: Hem de sıkı klişe laflar kullanarak. Görüntüye geçmeden önce kullandıkları son cümle genellikle şöyle oluyor. “kameralara saniye, saniye yansıdı”. Hem de bunu öyle bir vurguyla yapıyorlar ki sanki kendileri çekmişler de yayına koymuşlar gibi. Yahu kameralara yansıdıysa tabidir ki saniye saniye yansıyacak. Kameralar saniye saniye kayıt alarak devamlı görüntü elde etmek üzere kullanılan cihazlar.

**

TV ekranlarına çıkanlar mutlaka ahkâm kesmek durumunda hissediyorlar kendilerini. Ege.jpgMesela yeni meşhur olmuş bir şarkıcı çıkıp da havalara girerse, hemen insanların nasıl da yeni çıkmış olmalarına rağmen çok havalı olduklarından filan bahsediyor. Yalnız burada şarkıcı Ege için ayrı bir parantez açmalıyım. Kendisi gene böyle bir söylemle karşılaştığında, kendi meşhurluk süresi belki de en çok bir sene olduğundan “Ben de yeni çıkanlardanım, bu konuda fazla bir şey söyleyemem” gibi bir cevap vermişti.

Bir de eğer spiker çıkan sanatçıyı seviyorsa, onu pohpohlamak ve “deneyimli sanatçı” gibi tabirler kullanmak zorunda hissediyor kendini. Böyle olunca da yeni albümü çıkalı en çok 1 ay olmuş adam karşımıza deneyimli olarak çıkıyor. Bunlardan aklımda kalan iki tanesi Funda Arar ve Yalın’dı. Adam daha kasetini yeni çıkarmış ama Allahı var biraz çalışmış ve birkaç klip birden çekmiş. Öyle olunca da ekranlarda farklı karelerle yansıdığı için bizim dümbelek spiker onu deneyimli sanatçı moduna atayıvermiş.

Gülhan.jpgBir de hatırlar mısınız bir TV programı vardı: “Dokun Bana” diye. Ortada bir araba duruyor ve etrafında pek çok insan ellerini veya vücutlarının herhangi bir noktasını kesinlikle bir an ayırdıklarında eleniyorlar ve son kalan da arabanın sahibi oluyordu. O programın aynı isimli bir şarkısı vardı ve şarkıyı söyleyen Gülhan isimli kızcağız o şarkısıyla meşhur olmuş ve sadece o şarkıda kalınca da unutulup gitmişti. O şarkının meşhur olduğu sıralarda gene dümbeleğin biri kendisini tutamayıp Gülhan’ı methetmek isterken “Ben onun tarzını çok seviyorum. Yeni kasetinde de çok güzel şarkılar var” dedi ama bir türlü ikinci bir şarkının adını söyleyemedi, çünkü muhtemelen ne kasetin tamamını dinlemişti ne de dinleyecekti.

DoğaBey.jpgTabi hatırlamışken o Dokun Bana yarışmasını, 24 saat yayın yapılıyordu neredeyse. Hiçbir atraksiyon olmamasına rağmen bayağı da iyi bir izlenme oranına sahipti. Ben bile uykum kaçarsa geceleyin televizyonu açıp bakıyordum ne yapıyorlar diye yarışmacılara. Bir de Doğa Bey vardı programın yapımcısı ve kontrolörü. Son derece ciddi bir şekilde adam elerdi. Çünkü arada elini çekmişken görmemiş olsalar bile kayıtlara geri dönüp “Bakın burada elinizi bırakmışsınız” diye. Tabi yarışmacı o kayıtları görünce eşekten düşmüş karpuza döner ve araba hayallerine veda ederdi.

Oradan buradan bir yazıyı da bitiverdim bu hafta da.

225

227

Yorum bırakın