162 – On İki


26 Mart 2010

Geçen gün büyük kızım, Başak, 12 yaşını doldurdu. Bu onun için ilk önemli yaş dönümü anlamına geliyor. Çünkü doğduğu günden beri arabayla ne zaman yolculuk etsek kendisine ön koltuğa oturabilmesi için 12 yaşını doldurması gerektiğini söylüyorduk. Belki hatırlarsınız, rahmetli Barış Manço, TRT için yapmakta olduğu Pazar sabahı yayınlanan “7’den 77’ye” programında çocukları çıkartıp önce sohbet ettiği daha sonra da ister şarkı söylesin, ister şiir okusun her çocuğun eline verdiği üzerinde sadece 10 rakamının bulunduğu puan tabloları ile “10 puan, 10 puan, 10 puan. 40 puanla şampiyon” diyerek hepsini gönüllerin şampiyonu yaptığı bir bölüm vardı. Buradaki sohbette önce çocuklar buna ne soru sorarsa sorsun “iyiyim” diye cevap verip önce onu dumura uğratırlar, sonra da ne yaparlarsa yapsınlar Barış ağabeyleri onları tebrik ettirtecek bir şeyler bulurdu.

İşte bu sohbetlerde hala daha aklımda kalan yemeklerde ıspanak yemeleri ve yemeklerden sonra dişlerini fırçalamaları gerektiğiyle oniki yaşından evvel çocukların arabanın ön koltuğuna oturtulmamaları ve bunun için de ısrar etmemeleri olmuştu. Ben de Barış Manço’yu çok seven biri olarak en azından onun bu ısrarını bir vasiyeti olarak kabul edip sonuna kadar uyguluyorum. Zaten düşününce artık neredeyse her arabada bulunan hava yastığı sebebiyle çocukları hakikaten ön koltuğa oturtmamak gerekiyor. Sebebi de olası bir kazada işe yaraması için olanca hızıyla şişecek olan hava yastığı çocukların narin boyunlarına ve kafalarına ciddi zararlar verebilecek bir sonuca yol açma tehlikesi.

İşte ben de her ne kadar Barış ağabeyin programına katılmamış olsam da, bu oniki yaş mevzuunu hiç sektirmeden uygulaya geldim. Salı akşamı evde aramızda gününde bir doğum günü kutlaması yaptığımızda her iki kızımın da oniki yaşın önemini fazlasıyla fark ettiklerini fark ettim. Zaten bu farkındalık onları ertesi sabah okula bırakmak üzere evden çıktığımızda kendini hemen belli etti. Başak

Ön koltuğa oturabilir miyim?

diye sorduğunda ona negatif cevap verecek bir sebebim olmadığından

Sen nasıl istersen

diye karşılık verdim.

Sabahları çocukları okula bırakırken, her ikisi de arka koltuğa oturduğunda, sadece farklı olmak adına küçük kızım Burçak bazen benim arkamda, bazen de diğer tarafta oturmak istediğini belirtip ablasına karşı üstünlük kurmaya çalışıyordu. Gerçi elinde hem çantası hem de mandolini olunca sağ tarafta oturup inmesi daha kolay olduğu için mantıksız olmuyordu isteği. Her neyse arabaya binip istediği tarafa oturduktan sonra, günlük gazetem olan Vatan gazetesini büfeden alıp arabaya gelen Başak ön koltuğa oturunca arabanın içerisinde belli ki stres diz boyu oldu. Öncelikle Başak, artık ön koltuğa oturabilme yetisini alıp bir de bunu gerçekleştirmiş olduğundan yerden bir karış havalanmıştı. Arka tarafta bulunan Burçak ise onu fena halde kıskandı, gıpta etti, yerinde olmak istedi, elinden gelse onu kaldırıp kendisi oraya oturmak istedi, ama sonuçta durumu olduğu gibi kabullendi. Kedinin ulaşamayacağı ciğere mundar demesi gibi

Oh be arka koltukta tek başına oturunca ne kadar da rahat oluyormuş, istediğim tarafa oturabiliyorum

gibi züğürt tesellisinde bulunup okula kadar gittik. Böyle hem hakkını bilip arayıp, hem de haddini bilip sorun çıkarmadıkları için kızlarımla bir kez daha gurur duydum.

Barış Manço’nun sabah programına geri dönersek, şimdilerde onu taklit edercesine, genellikle de genel kanallar yerine daha dinci olan kanallarda bazı programlara rastlıyorum ama değil aynı zevki almak, fazla taklit olmanın yanı sıra, biraz da kanalın görüşleri doğrultusunda gidip, çocuklarla samimi olup onların seviyesine inmektense biraz daha vaazvari konuşarak hem eğlendirmeyi hem eğitmeyi amaçlamak yerine doğrudan “ağaç yaşken eğilir” felsefesiyle sadece öğretmeyi düşünüyorlar.

Barış Manço’nun bir de dünyayı gezmesi vardı. “Dere Tepe Türkiye” kısmını yaptıktan sonra herhalde Türkiye’de gidecek yer kalmadı ki sonradan dünyayı da “Dünya kazan, O BarışMançoDereTepeTürkiyeTabela.jpgkepçe” olarak geziyordu. Türkiye’yi gezerken mutlaka ilin girişindeki karayolları tabelasına doğru üzerinde hava nasıl olursa olsun yeleği ve çizmesinin içine soktuğu pantolonuyla banketten yürüyerek gelir. İl hakkında küçük ön bilgiler verip “hadi gezmeye başlayalım” gibi bir klişeden sonra ile doğru yürümeye başlar, bu arada elindeki arkası yapışkanlı 1 sayısını ilin sayım sonucunun sonunda yer alan sağdaki sıfırın üzerine yapıştırmayı ihmal etmeyip ilin tanıtımına geçerdi. Yani 53800 kişilik bir nüfus sayısına sahip ilçe o programdan sonra 53801 sayısına erişirdi. Sonra artık o rakamı orada bırakırlar mı yoksa bir sonraki hafta kullanmak için yerinden söküp cebe konur muydu bilemiyorum.

Rahmetlinin gezilerinden en aklımda kalanları Afrika ve Uzak Doğu gezileri olmuştur. Bir Afrika gezisinde tam Ekvator çizgisinde durup eline aldığı dibi delik bir tasın içine su koymuş ve kuzey yarım küre ile güney yarım küreler arasında gittikçe suyun delikten boşalmasının yarattığı girdap dönüyordu. Kuzeyde iken su saat yönünün tersine doğru dönüyor, güneyde ise tam tersiydi. İşin ilginci tam ekvator çizgisinde anafor oluşmuyor, su doğrudan ortada boşluk yapıp akıyordu. https://www.youtube.com/watch?v=wgmaYvVI_Sw

BarışMançoJaponyaKonser.jpgUzak Doğu’da ise Barış’ı çok seviyorlardı. Orada verdiği konserlerde seyirciler çok coşkulu olsa da sanki görev icabı ve bir örnek coşku gösterisinde bulunuyorlardı. Hele bir keresinde üst düzey bir yönetici bir eline sopaya takılmış Türk bayrağı, diğerine Japon bayrağı almış onları sert hareketlerle sallayıp, şarkının ritmini bile tam tutturamazken, bana coşku yerine şiddet ve korku veren sahneler gösteriyordu https://www.youtube.com/watch?v=0NZTyeUsedM.

Kızımın onikisine girişinden başlayıp Uzak Doğu’ya kadar uzandığım bu hafta rahmetli viagra şehidimizi bir kez daha anıp puan ya da puanlar için önümüzdeki haftalara bakacağım artık.

Sonraki yazı 168 KUPA

161

163

Yorum bırakın