155 – Bisiklet


5 Şubat 2010

İki tekerlekli bu ulaşım aracını kullanmak çok kolaydır, ama yeter ki bir kez öğrenilebilsin. Öğrenmemiş için ise o iki tekerlek üzerinde gitmek dünyanın en zor şeyidir. Hâlbuki o hafif konstrüksiyonu altınıza alıp da dengenin o muhteşem rahatlığı ile saçlarınızın arasından rüzgârın geçtiğini duyumsamak ne kadar hoşsa, böyle edebiyat yapıp cümleyi bağlamaya çalışmak da bir o kadar sancılı oluyor.

İlk bisikletimizi babam ablamın ilkokulu bitirdiği sene almıştı. Haliyle alıcı kız olunca bisiklet de kız bisikleti oldu. Malum, bisikletler kız ve erkek bisikletleri olarak ikiye ayrılır. Aralarındaki fark da gidon ile sele arasındaki bağlantı kız bisikletlerinde pedalların olduğu yerden öne doğru giderken yukarı doğru yükselirken erkek bisikletlerinde yere paralel bir boru ile bağlantı kuvvetlendirilmiştir. Bunun muhtemelen ilk sebebi kızların biraz daha kiloca az olmalarının yanı sıra erkeklerin nedense bisiklete tek olarak binmek yerine ya önlerindeki boru üzerine veya sele arkasında bir başka kişiyi taşıma dürtüsüdür. Ben de bisiklete binmeye bu ilk bisikletle başladığım için nedendir bilmem ama arkamda fazla adam taşımamışımdır.

Televizyonun daha hayatımıza yeni yeni girmekte olduğu zamanlarda bahçeye çıkıp sokakta bisiklete binerken, hem Bisiklet_Anahtar daha tüketim toplumu olmamışken, eğer şanslıysanız ve cebinizde harçlığınız varsa her mahallede de bulunmayan bisikletçilerde lastiğinizi tamir ettirebilirdiniz. Ama genel olarak bisikletin selesinin altına iki kemerle bağlanmış küçük çantanın içerisinde bulunan iç lastik parçası, zımpara kâğıdı, solüsyon ve en önemlisi tüm bisikletlerin aksamlarında bulunan somunları açmaya yeterli her ucunda farklı boy açıkağız anahtar bulunan on beş santime yedi-sekiz santim genişliğinde metal bisiklet anahtarı ile tamir işi bisiklet sahibi tarafından yapılırdı.

Patlayan lastiğin tamiri için önce anahtarla tekerlek yerinden sökülür, küçük bir metal, ki bu genellikle bir çay kaşığının sapı olurdu, lastiğin iç tarafına sokulup kanırtılarak dış lastiğin bir tarafı janttan tamamen ayrılıp supabı sökülmüş iç lastik janttan çıkartılırdı. Daha sonra supap tekrar takılıp pompa ile şişirildikten sonra su dolu bir leğenin içerisinde lastiğin tüm yüzeyi yavaş yavaş gezdirilir ve patlak olan yerden çıkan hava kabarcıkları sayesinde lastikteki delik bulunurdu. Buraya kadar olan kısım hem en kolay hem de en zevkli kısmıdır. Patlak yer bulunduktan sonra ilk yapılması gereken şey lastiğin yüzeyini iyice kurutmaktır ki bu yapılmazsa tamir olmaz. Kurutma işleminden sonra zımpara ile patlak yerin etrafı iyice zımparalanır. Bunun sebebi lastik yüzeyindeki yabancı maddeler ve en önemlisi olabilecek yağ temizlensin. Zımparalama işleminden sonra bir makas ile patlak yerin üzerini kenarlarından en az yarımşar santim geniş gelecek kadar lastik parçası kesilir ve solüsyon olarak adlandırılan ve uhu benzeri yapışkan hem lastiğe hem de yamanın üzerine ayrı ayrı sürülüp biraz beklendikten sonra her iki lastik birbirlerine iyice yapışmaları için sıkı sıkıya bastırılır, hatta bazen vakit varsa bir mandal kullanılarak yapışma işlemi iyice sağlamlaşana kadar beklenirdi. Tabi bu beklemeler fazla uzun sürmezdi, çünkü bekleme süresi kadar bisiklete binmek de mümkün değildi. Bisiklet tamircileri çok daha profesyonel olduklarından tamir esnasında yapışmayı daha sağlamlaştırmak için bir seyyar mengene kullanırlardı. Adamların işi de bu olduğundan hem yaptıkları tamir daha sağlam olur hem de daha çabuk biterdi.

Yamalı lastikle bisiklet sürülürdü ama hızlı sürerken lastik yamalı yer yüzünden hem hafiften yalpalama olur hem de ses çıkardı. O yüzden birkaç yamadan sonra iç lastiği ve hatta bu lastiğin patlamasına yol açan dış lastiğin de değişmesi gerekirdi. Gerekirdi de, nedense bizim bisikletin lastik çapı genel olan 18–22–26 yerine ne hikmetse 24tü ve uzun bir süre iç lastiği bulamamış ve beklemek zorunda kalmıştık. Lastiğin büyüklüğü, hızı ve bu hızı sağlayabilecek pedal çevirme gücünü etkilediğinden büyük lastik her zaman daha avantajlıdır. Tabi bacak boyunuz yeterli ise. Aksi takdirde kısa boyla büyük bisiklet kullanabilmek için ayakta sürmek gerekir. Boyum yüzünden her türlü bisiklete çok rahatlıkla binmişimdir. Hele bir İtalya gezisi esnasında bindiğim bisiklet vardır ki ondan sonra diğer bisikletlere binmek artık eski zevki vermemeye başladı.

Daha evvelki yazılarımda belirtmiş olduğum ve Boğaziçi Mezunlar Derneğinin düzenlediği, kardeşimle beraber bu köşenin en yazar kişiliği Fuad’ın da kardeşiyle katıldığımız gezide konaklama olayını Venedik yakınlarındaki Lido di Jesolo adlı yerleşim biriminde yapmıştık. Seyahatimizin 23 Nisan haftasında olduğundan daha İtalyan turizm mevsimi tam olarak açılmadığından hüzünlü bir görünüme sahip ve adeta terkedilmiş hissini aldığınız Lido’da etrafı gezmek için en uygun yolun etrafta bir sürü olduğunu gördüğümüz kiralık bisiklet dükkânlarından birine gidip birer bisiklet kiralamaya karar verdik. O zamanlar ortada ne Avrupa Birliği, ne de ortak paraları olan Euro olduğundan her ülkeye gittiğinizde o ülkenin parası kullanılıyordu. Her ne kadar herkesin cebinde dolar ve Markları varsa da elinde liret bulunduran tek grup üyesi ben olduğumdan benim dediğimin olmasından daha doğal ne olabilirdi ki. Dükkân turistlere hitap ettiğinden anlaşma genellikle duvarda yazılan fiyat listesi üzerinden yapılıyordu. Bisikletlerin kirası da bisiklet başına üçbin liretti. Yani 4 kişi olduğumuza göre onikibin Liret ödememiz gereken miktardı. Normal zamanlarda en pazarlık edilecek yerlerde bile pazarlık etmeyi bir türlü beceremeyen ben, inanılmaz bir girişimcilik örneği gösterip dört kişi olduğumuzu ve onbin liret ödemek istediğimizi belirttim. Ama yanlış hatırlamıyorsam sadece İtalyanca bilen adamla önce biraz İngilizce ile anlaşmaya çalışsam da daha sonra adeta anlamıyormuş gibi biraz da pasif direniş yapıp sonunda muradımıza erip ortalama ikibinbeşyüzer Lirete olayı halletmiştim. Grubun diğer üyeleri beni kutlayacaklarına olaydan biraz utanmış olduklarından beni kınamışlardı. Bisikletleri aldıktan sonra özgür bir şekilde sokaklarda gezerken dikkatimizi çeken en önemli şey, İtalyan şoförlerin bisikletlilere insan muamelesi yapıp gerektiğinde yol verdikleriydi. Tüm kiralıklarda olduğu gibi kiralama süresi çok çabuk bitmişti. Bisikletleri verirken kenarda duran ikili, üçlü ve hatta dörtlü seleli ve “Tandem” olarak adlandırılan birden fazla kişinin kullandığı bisikletleri görünce içimiz bir hoş olmuş ve onları kullanmak için korkunç bir istek duymuştuk.

Günlük gezilerden birinden biraz erkence dönüp de akşam yemeğini yedikten sonra ver elini bisikletçiye gitmiştik. Biz dört yiğit delikanlı yanımıza ikişerden dört hanım yol arkadaşımızı alıp iki tane dört kişilik bisikleti kiraladık. Ben ve kardeşim birer gidona geçtik. Kızlar da ikişerli olarak orta selelere yerleştiler. Fuad, Murat’ın en arka selesine, Cüneyd de benim bisikletin arka selesine yerleşince olay pedalları çevirip yola çıkmaya gelmişti. Ama kazın ayağı hiç de öyle değildi. Dört kişinin senkronize bir şekilde pedallara beraber basmaya alışmaları biraz zaman alsa da beş dakika içinde Lido sokaklarında iki adet dörtlü bisiklet gezmeye başlamıştı. Bisiklet uzun olduğundan önde yapılan en ufak bir sapma en arkada sıkı bir yalpa olarak hissediliyor, bu da önce arkadakinin titremesine, daha sonra da öndekilerin hareketine dolayısıyla da tüm bisikletin sallanmasına yol açıyordu. Seleyi tutma görevini yerine getirmek de bir hayli zorlaşıyordu. Bir keresinde denemek üzere ben en arkaya, Cüneyd de gidona geçti. Hep önde gitmeye alışmış olan benim en arkanın bu fena yalpalayan durumu yüzünden pedal üzerinde bir türlü tutamadığım ayaklarımı yerden kesemediğimden bisiklet hareket halindeyken ayaklarım yerde, popom selede patadak patadak koşma olayını gerçekleştirmeye çalıştığımdan yalpalama olayı iyice artıyor ve benim iki üç adımımdan sonra diğerleri de ayaklarını yere koyarak düşmemeyi sağlıyorduk. Sonunda doğal yerleşim yerlerimize geri döndük ki Lido sokaklarında gezinmeye devam ettik.

Gezimizin son gününde tek kişilik bisikletlerle çıktığımız gezinin sonunda lastiğini patlatma başarısını gösteren Fuad’ın geziyi yürüyerek tamamlaması ise trajikomik bir görüntü olarak hafızama ve Goko’mun objektifinden kâğıda basılmak üzere filmin negatifine kazındı. (başlarkenki edebiyat burada da devam ediyor gördüğünüz gibi)

Sonraki yazı 156 VAPUR

154

156

Yorum bırakın