148 – Taşınma


17 Aralık 2009

Tebdili mekânda ferahlık vardır

Bu haftanın benim için en güncel olayı olan taşınma üzerine bir yazı yazmak üzere klavye başına geçince düşünüp ilk taşınmama gittim. Annem hep anlatır ama benim hatırladığım gittiğimiz gün sokak arkadaşım Necati ile konuşmamız ve bana “ebediyen” mi gittiğimizi sorduğu olur. Karşıyaka’da oturduğumuz kiralık evden, ki evin adı da adaşım olur – Ufuk Apt., kendi evimize geçmiştik. Taşınmamız kasım ayının dokuzuydu ve yeni evimizde ilk uyandığımız gün olan 10 Kasım’da saat dokuzu beş geçe kendi odamda dışarıdan korna sesleri gelince hazır ola geçtim.

Üçüncü sınıfta olduğum o seneki taşınmamız ise annem açısından biraz sorunlu olmuş çünkü babam kamyon ayarlamaya gittiğinde ertesi günden başlamak üzere taşımacıların bir haftalığına eyleme geçip çalışmayacaklarını öğrenince bir kamyonu hemen bizim eve yönlendirmesi ile bir emrivaki söz konusu olmuş. Tabi hazırlıksız yakalanan annemin de şimdi taşımacılığın geldiği gelişmiş noktanın çok ötesinde olan sadece hamallık olan taşımacılık sektörünün elemanlarına taşıyabilmeleri için eline geçirdiği her şeyi diğer eline geçirebildiği torba, yük, bohça vesaire gibi ortamlara tıktığından taşındıktan sonra kendine gelip evi toparlaması iyice uzun bir zaman almış. Ev eşyaları öyle bir gazla yerleştirilmiş ki içinde çöpleriyle çöp torbası bile yeni evimize getirilmiş. Annem de yeni taşındığımız evde bizi taşınırken gören yeni komşularımıza karşı kendini mahcup hissetmiş

Benim daha sonraki taşınmam ise yaz tatilimizde olduğumuz Artur’da planlandığı ve biz doğrudan İstanbul’a geçtiğimiz için benim dışımda gerçekleşmiş ve herhalde annemler fazla ayak altında dolaşmayayım diye beni ninemde bırakıp halletmişler. Bu taşındığımız ev de kiralık olduğundan kendi evimize sahip olup taşındığımız Mühürdar’daki evimize taşınmamız ise nedense hatıralarım içinde hiç yer almıyor.

1976’da taşındığımız bu evden evlenmek üzere ayrılırken kendime ait ilk taşınmamı kısmen gerçekleştirmiş olmuştum. Ev eşyalarını sıraya bindirip henüz imzayı atmadan tamamlamaya başlamıştım. Beyaz eşyaları ocak ayında aldığımdan müsait olan işyerimde saklamıştım. Artık evlilik tarihim belli olup evi de kiraladıktan sonra bu eşyaları eve nakletmek gerekti. Fabrikanın şoförünü kamyonetiyle Kadıköy’e getirdiğimde beyaz eşya üçlemesini taşıyabilmek için Kadıköy çarşısından hamal bulmaya gittim. O anda müsait olan tek hamal boy pos olarak pek de hökerekli sayılmazdı (Hökerekli: gösterişli, büyük) ancak elimizde başka bir seçenek olmadığından kendisini işyerine getirip beyazları kamyonete yükledik. Burada bir sorun yoktu çünkü hem mesafe kısa, hem de çıkılması gereken merdiven sayısı onbeş civarındaydı. Hâlbuki evde çıkılacak tam yedi kat merdiven bulunmaktaydı hem de minare tipi dönerek yukarı çıkan merdivenler. Buzdolabını çıkarırken bir sorun yaşanmadı. Ama sıra çamaşır makinesine gelince film koptu. Adam önde, ben nedense merdivende peşinde giderken adam makineyi aniden yere bıraktı ve koşarak merdivenlerden aşağıya koşturup gözde yitti. Ben ne olduğunu anlamaya çalışarak aşağıya indiğimde adamı kaldırımın kenarına oturmuş soluklanırken buldum. Adam muhtemelen elli kilo civarındayken taşıdığı paketinden çıkmamış çamaşır makinesinin hatırladığım kadarıyla seksen kilonun üzerindeki ağırlığı altında adamcağız tıkanmış ve nefesi kesilmiş. Aşağıya temiz havaya çıkıp biraz soluklandıktan sonra yukarı çıkıp yarım bıraktığı işi tamamlayarak bizim kata çıkardı. Peşinden bulaşık makinesini çıkarırken de hiç zorlanmadı dersem yalan olmaz.

Diğer eşyalar zaten yeni alındıklarından satıcı firmalar taşımasını yaptıklarından benim bu taşımalarda sadece evde bulunmak dışında katkım olmadı.

İki yıl oturduğumuz Koşuyolu’ndaki evimizden taşınma vakti geldiğinde araç ayarlama işini eşime bırakmıştım. Ne de olsa kendisi Kadıköy’de çalışmaktaydı ve telefon ile ulaşma o sıralar fabrikadaki analog telefon santralından yapılabileceklere göre daha kolay olabiliyordu. Eşim de ismine güvenip Ulusoy Nakliyat firmasıyla anlaşmış. Yalnız burada dikkat etmediği Ulusoy isminin sağlamlığı yanında başında bulunan ÖZ eki ile sağlamlığın sağlamsızlığa dönmesiydi. Sabah saat sekizde gelmelerini beklediğimiz kamyon en nihayetinde öğleden sonra iki civarında bize ulaştı. Bu arada ettiğimiz telefonlarda aracın sabah saatinde bize gelmek üzere yola çıktığı söylenmişti. Ama muhtemelen bize söylenmeyen bize gelmeden önce bir ev daha taşıyacak olmalarıydı.

Adamlar ikide gelip işe hemen koyulsalar neyse de bizim mobilyaların parlak yüzeylerinin çizilmemeleri için sarılmalarının gerektiği ve bunun için de PAT almaları gerektiğini Güneydoğu Anadolulu hamalbaşı söyleyince adamları alıp hep birlikte nakliyecilerin ofisinin bulunduğu Pendik’e gittik. Pat olarak adlandırdıkları köpüklü naylondu. Gerekli ambalaj malzemelerini yüklendikten sonra eve geldik ama malzemelerin yüklenip de yeni evimize gelmemiz saat sekizi bulmuştu. O zamanlar Allahtan sitede yerleşim tam olarak tamamlanmamıştı ve akşam saati olmasına rağmen kamyonun bahçeye girebilme şansı vardı. Site yönetimi biraz mırın kırın ettiyse de yapacak bir şey olmadığından kapıları açıp kamyonu içeri aldılar. Günün artık geçmekte olması, adamların ve bizim yorgunluğumuz üst üste gelince sinirler haliyle gerildi. Allahtan başımızda kayınpederim vardı ki ortamı biraz yatıştırıp taşıma işinin tamamlanmasını sağlayabildi. Yalnız taşıma işi normal şartlarda “bulduğun gibi bırak” yerine “salonun ortasına bırak” şeklini aldığından bizim zaten haftaiçi çalışıyor olmamızdan yerleşmemiz üç hafta kadar sürdü. Çünkü adamların taşımak üzere kendi taşıma kolilerine koydukları tüm malzeme, bardak-tabak-çatal-kaşık-elbise olduğu gibi salonun halısı üzerine boşaltılmıştı.

Bu hafta ise kayınvalidemi bizim siteye taşımak üzere yıllık iznimden bir haftayı kullanmak üzere planımı yaptım. Neyse ki bu kez taşımacılar biraz daha profesyoneldi ve isimlerinde ÖZ yoktu. Söyledikleri saatten sadece on dakikalık bir sapmayla eve varıp işe koyuldular. Taşımaya gelen dört kişilik grubun en kısa ve çelimsiz görünen elemanı en ağır ve havaleli malzemeleri taşırken gösterdiği başarı gözlerimi yaşarttıysa da bir ara döşeği birlikte streçlerken yapmakta olduğum yardım esnasında bana ısrarla “Amca” diye hitap etmesini yorgunluğun verdiği ciğerlerin ve kanın beyne yeteri kadar oksijen taşıyamamasına yoruyorum.

Eşyalar yüklendikten sonra ben önde, kamyon arkada beni takip ederek gelirken Fatih Sultan Mehmet Köprüsünü geçtikten sonra eşimi arayıp nerede olduğumuzu şu şifreyle belirttim: “Artık ayıya Dayı demeyeceğim”.

Kendisi bunu kayınvalidemin ayrıldığı evdeki komşularından en sevgili kayınbiraderi için söylediğimi zannedip bir mana verememiş olmalı ki benim “Köprüyü geçtik” diye esprimi açıklamam gerekti.

Sonraki yazı 149 Tahmin

147

149

Yorum bırakın