144 – Seyyar II


20 Kasım 2009

Geçen hafta seyyarlarla ilgili yazımı yazıp da sizlerle paylaştıktan sonra düşündüm de birisine fena halde haksızlık yapmıştım. Beni seyyarlarla ilk tanıştıran ve hayatıma ilk giren seyyar satıcıya. Karşıyaka’da oturduğumuz zamanlarda muhtemelen okula bile gitmediğim yaşlarda bir gün baççeye (o zamanlar hızla söylediğimizde ablamla dışarı çıkmak için annemden izin isterken

Baççeye çıkalım mı? Baççeye çıkalım mı?

diye annem izin verene kadar tempo tutarak kafa ütüleyip sonunda izni alırdık) çıkmışken daha dönme vaktim gelmeden eve gelmişim ve anneme bir şey istediğimi söylemişim: Buşure.

Annem doğal olarak ne istediğimi anlayamamış ve benimle baççeye indiğinde benim ne istediğimi anlamış: Aşure.

O zamanlar sokakta gezen seyyar satıcılardan biri de aşureciymiş. Çok iyi hatırladığım görüntü aşurelerin şimdilerde bizim evde yapıldığı gibi harcının bol konmayıp biraz daha suyunun fazla şekilde pişirilerek daha kolay yendiği haliyle metal kaplarda yenmek üzere kapalı tablaya yerleştirilmiş olup üzerlerine nar taneleri konmuş halleri. Bunların yanında sanırım gene üzerinde nar tanelerinin yer aldığı sütlaç veya muhallebileri de vardı ama benim asıl hedefim aşure olmuş.

Seyyar deyince ve gene eskilere gidersem Bakırköy’de geçirdiğimiz yazlardan aklımda kalan önüne bağladığı eşeğiyle arabasını çeken mısırcı gelir. Yaşlı adamın sanki eşeği de SeyyarEşek.jpgkendisi gibi yaşlıydı. Arabanın üzerinde yer alan büyük kazanını sıcak tutmak için zannedersem altında odun ateşi yanmaktaydı. Amcadan mısır almak zevkliydi taa ki bir şehir efsanesi olarak akşamları eve gittiğinde hazır sıcak suyu olduğu için çamaşırlarını ve özellikle donlarını mısırların kaynayıp sıcak olarak tuttuğu kazana atıp yıkadığı söylenene kadar. Belki de ondan sonra ondan mısır almadık veya zaten o kadar yaşlıydı ki artık satmayı bıraktığından almaya zaten fırsatımız kalmamış olabilir.

Sokakta satılanların hala daha en lezzetlisinin simitçilerin sattığı simit olduğunu SeyyarSimit.jpgsöyleyebilirim. Eskiden simitler açık tablalarda her türlü dış kirlenmeye ve toza maruz kaldığı şekilde satılırdı. Sonraları insanlar biraz daha bilinçlendikçe simitçiler simitleri önce naylondan örtülerle korumaya başladılar sonra da belki sırtta taşımak da zor geldiğinden tekerlekli camekânlı arabalarda satmaya başladılar. Sokak simitçilerinin simitleri de enteresandır simitlerin en lezzetli olanlarıdır. Pastanelerde satılanları zaten hiç saymıyorum. Çünkü form olarak obez olan halleri üzerlerindeki susamlar ve yuvarlak şekilleri sayılmazsa sokak simitlerinin uzaktan akrabaları gibi geliyor bana. Şimdilerde pıtrak gibi neredeyse her köşe başında açılan simit saraylarında satılan simitler sokak simitçilerinin sattıklarına benziyor ama herhalde eskiye olan saygım dolayısıyla hep bir gömlek aşağıda görüyorum onları.

İzmir’de satılan simitlerin yanında oraya özgü bir de yakın akrabaları olurdu: Kumru. Bir SimitKumru.jpgkuş ile aynı ismi taşıdığından mıdır bilemiyorum arada yesem de simidi her zaman ilk tercihim olarak görmüşümdür. Kumru, simitle aynı hamurdan yapılıp aynı fırında pişmesine rağmen farklı bir tat verirdi. Küçük bir somun ekmek formunda olan kumrunun ortadaki şişman kısmı pişsin diye aynı ekmekte olduğu gibi fırına girmeden evvel karnına atılmış çizik sebebiyle ortasında biraz sert bir bölümle onun hemen arasından görünen aynı simidin kabuğunun içinde kalan etli kısmı bulunurdu. Yaklaşık on santimetre boyuna göre ortası beş santim gibi olduğunda biraz tombul görünür, uçları ise özellikle sıkıştırılarak uzatıldığı için iyice kıtır olurdu. Sade satılmasının yanı sıra içine Beyaz peynir ve domates dilimlerinin konmuş haliyle daha bir sandviç gibi satılması da görünürdü. Tabi boş kumruya göre belki de iki kat fiyatla satılırdı, ama ben simitçi olduğumdan onun fiyatını tam hatırlayamıyorum.

Simidi alıp da eve getirdiğimizde çayla beraber yerken arasını yarıp özellikle beyaz ya da kaşar peynir koymak bayağı bir lezzet katar ama benim favorim ve herkeslere hararetle tavsiye edeceğim çikolata olacaktır. Oldum olası farklı lezzetleri bir arada yemeği seven ben, tatlı-tuzlu kombinasyonunda her zaman hayır vardır diye düşünüyorum. Simidin arasına koyacağınız çikolatanın sütlü olması- bittere göre daha güzel gidiyor- ve mümkünse buzdolabından çıktıktan sonra biraz dışarının sıcağına alışmış olup yerken kolay ısırılmasına ve yiyişini kolaylaştırmasına yardım edeceğinden önemli bir nokta olarak not edilmesi gerekir.

Son zamanlarda ekmek arası sandviç yaptığımda ekmeği yardıktan sonra arasına koyduğum beyaz peynirin üzerine bir kat da helva, ki fıstıklı olması tavsiye edeceğim bir noktadır, tadına doyulmaz bir ikili yaratmakta.

Seyyarlara tekrar geri döndüğümde her zaman gördüğümde canımın fena halde çektiği seyyarsalatalikancak kendimde yiyecek cesareti bulamadığım salatalıkçılar var. Yani hıyarcılar. Buza yatırdıkları salatalığı ellerindeki bıçakla bir hayli maharetli şekilde dış kabuğundan kurtulurken çok az et kalınlığı ile soyma başarısını gösterdikten sonra dörde bölüp, ki burada tam dip kısmında koçan şeklinde bırakıp kolay tutulabilir halde müşterilerine sunarlar, arasına bol tuz serpip servis ederler. Buraya kadarki kısım gayet iyi ama o salatalığı soyarken salatalığı tuttukları ellerinin parmaklarından aşağıya akan salatalık suyu yüzünden bütün bu görsel şölenin içine eder gibi oluyorlar ve ben de ne kadar imrensem de alırsam midemin kaldırmayacağını bildiğimden bu seyyarları pas geçiyorum.

Maça gittiğim zamanların en ilginç maç kuyruğu seyyarları da stada sokulmasına normal seyyarayvaolarak izin verilmeyen ayva satıcıları olmuştur. Adamlar stada sokulursa sahaya atılması kolay olabilecek yabancı madde olduğundan mutlaka dışarıda tüketilmesi gereken ayvayı sanki satacak başka şey yokmuş gibi bilet kuyruğundakilere satmaya gelirlerdi. Ve enteresandır kuyruktakiler de sanki simit alır gibi ayvaları almak için adeta yarış ederlerdi ki bu beni bir hayli şaşırtırdı. Çünkü ayva diğer meyvalara göre daha az tüketilen bir meyvadır diye düşünüyorum. İşte böyle bir ayvacıdan ayvasını almış bir Erzurumlu vatandaşımız tribüne sokmasına izin vermeyen polisin dilimlerse içeriye sokabileceğini öğrenip cebinden çıkardığı sustalısıyla ayvayı kesip içeri girme iznini kopardıktan sonra polis için

İçeriye ayva sokmama itiraz etti ama sustalıma bir şey söylemeden içeri aldı

diyerek olayın trajikomedisini ortaya koymuş. Tabi bana bu anıyı anlatan arkadaşımın o maçlara giderken soğuk taşlara oturmak yerine yanlarında salonlarındaki puflarını götürdüğünü de söylemeliyim. Aklıma gelmişken bu arkadaşımızdan Erzurum Cemal Gürsel Stadında başına gelmiş ve gözlemlediği anılarını bizlerle paylaşmasını teklif edeceğim. Enteresandır seyyarla başladık, Erzurum’a gittik ve bu haftayı da kotardık böylelikle. Hepinize seyyarların eksik olmadığı güzel günler diliyorum.

Sonraki yazı 145 Seyyarlar III

143

145

Yorum bırakın