131 – Tatil


14 Ağustos 2009

Bu haftasonundan başlayarak yıllık yazlık iznime çıma planlarını yapıyorum. Bu sene de geçen birkaç senede olduğu gibi hafyasonları Artur’da geçirmenin yanında daha güneye inme planlarımız dahilinde. Bu gezilerde daha önceki yazıları okumuş olanların iyi hatırlayacağı gibi akuaparkları ziyaret çocuklar neredeyse bütün kış hayal edilmiş ve ziyaret edilmezse olmaz aktivitelerden. Her sene bir haftalığına gittiğimiz bu Kuşadası civarındaki aktivitelere bu sene bir de Fethiye-Ölüdeniz’i de eklemeyi planlıyoruz.

Kuşadası’nda kaldığımız bir hafta süresince birbirine taş atımı yakınlıkta yer alan Aquafantazi ve Adaland parklarının yanı sıra bu sene komşu kent olan Denizli’nin Pamukkale’sini ziyaret de hedeflerim arasında. Ben bu planları yapıp bizim seyahat esnasında sadece akuaparklara gitmemizi isteyen kızlarımın aklını çelmek, onlara böyle bir tatilin daha hoş olacağını biraz da ballandırarak anlattım. Bu hem sanki onlara bilgi veriyormuşuz hem de eksik kalan bir şeyler kaldıysa onların fikrini de almak için yaptığım bir şeydi. Ancak geçen gün annemin yanında gurbet ellerde kalan aile efradımla günlük mutat konuşmamız esnasında küçük kızım Burçak’ın bana yolculuk planlarımı anlattırmak için “Baba, tatilde ne yapacağımızı tekrar anlatsana. Çok hoşuma gidiyor” lafı çok hoşuma gitti.

Planımızın ilk adımı Fethiye – Ölüdeniz. Daha henüz Burçak doğmadan önce ziyaret ettiğimiz Dalyan’da henüz 3 yaşında olan Başak rahatsızlanmıştı. Mevsim bahara yeni geçmiş olmasına rağmen bir 6 Mart günü Akdeniz’in benim alışkın olduğum Ege denizine göre daha tuzlu sularına girmişliğim vardı. Hangi akla hizmet bilmiyorum ama İz Tuzu plajına gidecek olmamızdan ötürü yanıma mayomu da almışım ve biraz serince de olsa bir Mart denizini kaçırmayarak hafızama bir başkalığı kazımıştım.

Ben denize girerken çok ince kumundan çok hoşlanmış olan Başak’ın gezinin daha sonraki evresinde yolculuktan ve hastalığın darbesinden etkilenmiş olduğu bir sırada pansiyon sahibi rehberlerimiz bizi tekrar İz Tuzu plajına götürmüşlerdi. Ben de kucağımda uyuyan Başak’ı yere serdiğimiz bir havlu üzerine yatırmamdan kısa bir süre sonra uykusu hafiflediğinde yatmakta olduğu yerde ellerini hareket ettirip birden daha önce çok hoşuna gitmiş olduğu kumlara değdiğinde gözlerinde beliren sevinç pırıltısı aynen benim Burçak’ın tatil planlarını tekrar dinlemek üzere “Baba, tatil planlarını tekrar anlatsana, çok hoşuma gidiyor” lafında muhtemeldir ki benim gözlerimde de belirmiştir. Tabi bu ziyaretimiz esnasında Caretta Caretta yumurtalarına zarar vermeyip ayrıca verdirmeyeceğimizi de belirtmek isterim.

O gezide kaldığımız Caretta Pansiyonun sahibi ve aynı zamanda bizlerin rehberi olan Kubilay isimli sempatik adamın mevsim kış olması nedeniyle daha sıcak sulara gitmiş olan su kaplumbağalarının sanki Dalyan’ın dolambaçlı sularındaymışlar gibi bizim dikkatimizi başka yerlere çekip aniden arkamızı işaret edip “Ah gene şurada bir tanesi belirdi” şeklindeki beyaz yalanına başta inansam da daha sonra baktığımız tarafın cam gibi kıpırtısız ve dalgasız sularını görüp bizi fena halde keklediğini anlamıştım.

O gezinin bir ilginç tarafı da çocuk olarak sadece 3 yaşındaki Başak ile bizden başka tek çocuklu ailenin 10 yaşındaki oğluna annesinin Başak’ı gösterip “Haydi bak, arkadaşın da varmış burada. Çok şanslısınız. Beraber oynasanıza” demesiydi. Dağ tepe gezerken, omzumda taşıdığım Başak’a rağmen grubun hep en önünde yer alışımı ise hem rehberlerden ziyadesiyle yararlanmak hem de eğer geri kalırsam asla yetişemeyecek olabilmenin dayanılmaz hafifliğindendir diye tahmin ediyorum.

Tatilimizin ikinci yarısında ziyaret edeceğimiz Pamukkale’ye herhalde beş altı yaşlarımda iken bir kere daha gitmiştim. Gene yaz olmamasına rağmen sıcak olan Pamukkale suyuna gece girişimizi de çok net şekilde hatırlıyorum. O zamanlar insanların dini imanı para olmadığı için Pamukkale Suları otellere vermek üzere kesilmediğinden travertenler bembeyazdı ve ayakkabılarımız çıkarıp o ılık sularda yürümek çok keyifliydi. Şimdilerde travertenler üzerinde yürümeye izin verileceğini ümit ediyorum. Çocuklarında aynı keyfi almalarını isterim.

Pamukkale’de akşam girdiğimiz havuzun içinde bulunan eski zaman sütunlarının kalıntılarının bulunması da hafızama kazınmış ayrıntılardandır. Kaldığımız otelin yuvarlak bir havuz etrafına konuşlanmış olması ve kapıdan çıkıp havuza girebilmek farklı bir tecrübe olmuştu.

İkinci hafta gideceğimiz akuaparklarda geçen seneki çılgınlığa kalkışmayacağımı zannediyorum. Çünkü bir kayışta biraz daha hızlı gidebilmek adına kırdığım çömleğimin normal hale gelmesi bir ayı aşkın bir zaman gerektirdi ki kar-zarar oranına baktığımızda sıkı bir kazık yemiş gibi olmuştum. Ancak kamikaze atlayışını bu sene de tekrarlayacağım ki bunu düşünüp yazarken bile kanımın damarlarımdan biraz içerlere doğru çekildiğini hissedebiliyorum. İnsanın kayarken önce kaydırağın adeta kaybolduğunu görmek, hemen peşinden de kaydırağın kaybolmadığı ancak orada olduğunu görüp biraz rahatlansa da hızlanmakta olan vücudun dik inişte kaydırak gövdesinden uzaklaşması ile serbest düşme hissini paraşütsüz olarak yaşarken hızlı kaydırak kurbanını durdurabilmek amacı ile bitimde bulunan yere paralel kısımdaki su birikintisine dalınca mayonun ağ bölgesi de girmemesi gereken yerlere hızla dalınca insan kurtulduğuna sevineceğine etraftakilere rezil olma durumundan nasıl kurtulacağını bilemiyor. Ola ki gevşek bir mayo giymişseniz mayonun baştan yukarı doğru çıkması bile olasıdır.

Akuaparkın en ilginç yerlerinden biri de yukarıdan akmakta olan suyun önüne konmuş koca bir kova. Mesnedi özellikle kovayı merkezlemeden yapılmış olduğundan içine su doldukça ağırlık merkezi kayan kovanın bir süre sonra suyun ağırlığı ile devrilmesi ile alttan geçmekte olup da yukarıyı fark etmeyenler tepeden tırnağa ıslanıyorlar. Burada su doğrudan aşağıya inmiyor da bir tahta perdeye çarpıp biraz yavaşlayarak kafaya iniyor. Ancak çocuklar özellikle bu suyun altına girip tepelerinden suyu indirmeye bayılıyorlar. Aynı kovanın bir benzerinin Adaland’daki eşinde ise suyun miktarı ve doğrudan kafaya düşüyor olması altına giren kurbanını canını yakacak derecede sert suyu insanın kafasına kafasına indiriyor.

Bunları yazarken bile içim gene bir hoş olup gıcıklandı. Hele ki vadi şeklinde ve altınızdaki simidin üzerine oturmuşken görevlinin sizi aşağıya doğru hızla savurduğu bir kaydırak var ki ilk fırlatma anı hız kazandırılmış olduğunuzdan aşağıya varış iyice hızlı oluyor ki her ne kadar simidin kulplarına sıkıca tutunulmuş olsa da insan aynı kamikazenin içinde kaymaya başladığında içinde hissettiği serbest düşme olayını ziyadesiyle yaşıyor.

Sonraki yazı 132 Tatil II

130

132

Yorum bırakın