127 – Resim


17 Temmuz 2009

Ressam bir baba ve amcanın sonrasında gelen kuşağın bir bireyi olarak “Yağmasa da damlar” hesabı ucundan bile olsa biraz yeteneğimiz olduğu düşünülür. Kendi hesabıma ilkokulu okurken düzenlenen bir resim yarışmasına tesadüfen katılmışlığım da vardır. Bir futbol maçını tasvir ettiğim bu pastel boya resmimle İzmir üçüncüsü payesini alıp bir de ödül olarak Emlak Kredi Bankasından zamanın parasıyla 100 lira kazanmışlığım vardır ki bu bahsettiğim zamanlarda ekmeğin 80 kuruş olduğuna dikkatinizi çekerim. Yani bugüne vursak, ekmeğin Çekmeköy’deki Kalyon Ekmek Fuarı raflarında gene 80 kuruşa yer aldığını düşünürsek bugünkü parayla da gene 100 TL olarak bir kazancı hesabıma yatırmıştım. O zamanlar evde de boş zamanlarımda, ki o zamanlar boş zaman bulmak çok kolay oluyordu çünkü televizyon denen kutunun esiri olmamıştık henüz, oturur resim defterime bir şeyler çiziktirirdim. Şimdi o günleri hatırladığımda en çok çizdiğim resimlerin içinde Karşıyaka-Konak arası çalışan SUR ve GÖZTEPE isimli vapurlarla, yabancı savaş gemilerini savaştırıp ve tabi onları batarken çizerken bizimkileri hasarsız olarak resmederdim. Savaştırdığım ülkeleri de Büyük Atlas’taki bayraklarına bakarak ve isimlerinden hoşuma gidenleri seçip, MALİ, ki bayrağının üzerinde çöp çizgi adam vardır, ve Fildişi Sahilleri gibi yakası oyulmadık ülkelerden oluştururdum.

Ödül aldığım resimde de tüm sayfayı kullanıp arkada stadyumdaki insanlar, yeşil sahada oyuncular ve muhtemelen arka planda evler gibi bol temalı ve renkli bir resim seçmiştim. HüseyinBaradan.jpgAynı yarışmada Sabri isimli arkadaşım birinci olmuştu. Bizden bir alt sınıfta okuyan bir çocuk da ikinci olmuştu. Daha evvelki yazılarımda bahsetmiş olduğum Türkiye’nin en iyi kalpli kötü adamı Hüseyin Baradan (çekil aradan) o sıralar İzmir’de yayınlanan Ekspres adlı gazetede çalıştığı için benim dereceye girmem sebebiyle bu yarışmayı haber olarak kullanmak üzere bizi gazeteye çağırmış, ellerimize birkaç resim tutuşturup resimlerimizi çekmişlerdi. Bu röportajın öncesinde de Emlak Bankasına gidip ödüllerimizi almıştık.

Yalnız o zaman bizi velilerimiz götürmemişti, biz kendimiz gitmiştik ve banka bize hesap açtırıp parayı elimize nakit olarak değil de hesap defteri olarak vermişlerdi. Birinci olarak ilk önce defterini alan Sabri kendisine uzatılan kağıdı imzalamıştı, ki imzası Sabri yazıp altından bir çizgi çekip çizgiyi bir kez de ismin üzerinden geçirmişti, peşinden gelen ikinci çocuk da imzalaması istenince aynı yöntemle ismini yazıp gene alttan ve üzerinden çizgi çekerek imzalamıştı. Zaten ilkokul çocuğunun imzası da ne olacak ki?

HüseyinBaradan O gün önce bankadan ödül alıp peşinden de gazeteye röportaj verdikten sonra eve birlikte dönerken hatırımdan hiç çıkmayan, muhtemelen boyumun o zamanlardan uzamaya başlamış olduğunu fark etmeyip kafamı bir okul yaya geçidi tabelasına sıkı bir şekilde çarpıp hafiften kendime gelmiştim. Ekspres gazetesindeki röportajı da uzun bir süre saklamıştık ama şimdi nerede bilemiyorum. Yanda rahmetli Hüseyin Amcanın Ekspres gazetesi önünde çekilmiş resmi. (Kaynak: https://www.facebook.com/izmiroldphotos)

Resim deyince, daha doğrusu resim dersi deyince aklıma kardeşim Murat’ın ortaokulda bir resim dersinde yapmış olduğu bir resim ödevinin öğretmeni tarafından beğenilmeyip, “Efendiliğine” olmak üzere 6 alması gelir.

Ortaokula başladığımla ilgili resim dersiyle bir anım derste bir arkadaşımızı öğretmenin bir sıraya oturtup bize resmini yapmamızı istediğinde ben nedense pek becerememiş, ertesi hafta tamamlanıp getirilmesi gereken resmi ablamdan yapmasını istediğimde, kendisinin benim her türlü itirazıma karşın oturan bir çocuk yerine ayakta, yakışıklı bir delikanlı resmi çizip elime tutuşturmuştu. Ben de, çaresiz, resmi alıp ertesi hafta derse götürmüştüm. Herkesin oturan çocuk resminin yanında benimkinin dehşetengiz duruşuyla hocanın karşısına çıkmasına muhtemelen benim de efendiliğim sayesinde bozmamış olan hocamızın hoşgörüsüne minnettarım.

İstanbul’a taşındıktan donra devam ettiğim Anadolu Lisesinde resim hocamız ne yazık ki aynı zamanda müdür OrhanErdemyardımcılığı da yapmakta olan Orhan Bey olmuştu. Kendisi eksik olan öğretmenlik hasletini ne yazık ki sertliğiyle kapatmaya çalışıyordu. Resim dersindeki tek takıntısı da yaptığımız resmin eskizini mutlaka yaptırmaya çalışmasıydı. Normal boy resim kâğıdını dörde bölerek A4 formunda resim kâğıdı yapardık, bunu da dörde bölerek eskiz kâğıdı oluşturtur ve bu küçük kâğıt parçasını kalemle dört parçaya böldürtüp ilk göze yapılacak resmin neredeyse en primitif halini çizdirip sırasıyla diğerlerine biraz daha geliştirip artık hazır hale gelindikten sonra normal resim kâğıdına geçmemizi söylüyordu.

Bizlerse önce resmi kâğıdımıza yaptıktan sonra daha basit hallerini eskiz kâğıdına geçiriyorduk. O sene Diyarbakır’dan gelmiş olan arkadaşı Yavuz, resim kâğıdı yerine beyaz karton almış, bana gösterdiğinde ben de yanlış aldığını belirtip biraz da dalga geçmek üzerine gülüşmüştük. İşte tam o anda Orhan Bey bizi gülerken görmüş ve sorgusuz sualsiz ayağa kaldırıp ikimize birer tokat aşketmişti. Ortaokul hayatım, daha doğrusu tüm eğitim hayatım boyunca yemiş olduğum bu tek tokat yüzünden beyefendiyi hiçbir zaman affetmemişimdir.

Orhan Beyden sonraki hocamız geçen Salı günü vefat haberini aldığım Leman Sulu hocam olmuştu. Zannedersen kendisi bize derse gelirken 50+ yaşlarındaydı, zayıf bedenine yaşına göre biraz kısa sayılabilecek diz üstü etekler giyerdi. Biz sınıfın erkekleri de hocamız masasında bacak bacak üstüne attığında, kalemimizi açmak bahanesiyle tahta yanındaki çöp kutusunun yanına gidip bir gözümüz hocamızın bacaklarında elimizde açılması zaten gerekmeyen kalemleri iyice ufaltırdık.

Daha sonraki senelerde resim dersi seçmeli hale getirildikten sonra Almanca dersini seçip zoraki resim derslerinden kurtulduğuma inanmıştım. Almanca dersinden kaçmak isteyenlerse resim dersine sığınmışlardı.

Resim deyince yakın olduğum kişilerden tek geçeceğim babam olur. Gençlik yıllarında yapmış olduğu resimlerine ara verdikten sonra 1968 yılında başlayarak kara kalem olarak yapmaya başladığı resimler evimizin duvarlarını hep süslemiştir. Onların babam tarafından yapıldığını bilmeyenler, siyah beyaz fotoğraf olduğunu zannettikleri resimlerin el yapımı olduğunu öğrenince hayranlıklarını gizleyememişlerdir. Bu resimlerden en ilginçlerinden biri büyük boy resim kâğıdına yapmış olduğu Geyik resmi tam bitmek üzere iken sokak arkadaşım Ömer’in (ben 6, o 5 yaşlarındayken) resme elimizde çikolatalarımızı yerken bakmaktayken çocuk sakarlığı ile elinin kahverengi pisini resmin üst tarafına bastırmasıyla hayal kırıklığına uğrayıp bize bağırıp çağırmaktansa oralara koyu renkli dağ silsileleri yaparak hem resmi hem de emeğini korumuş.

Resim gibi müzik derslerinin de herkesin yeteneğinin olup olmadığına bakmaksızın not alma şeklinden çıkartılması, derslere devam ettikten sonra geçme kalma durumunun olmaması gerektiğini düşünüyorum. Müzik dersinden ikmale kalmış biri olup ikmal imtihanında da sadece bir GAM yaparak geçerek anlamsız bir stres yaşamışlığım da vardır.

Sonraki yazı 129 Arsa

126

128

Yorum bırakın