122 – Kadıköy Bakırköy


12 Haziran 2009

Bakköy- Bakküy

Şöyle bir geçmişi iyice bir tarayıp eskilerde kalan Kadıköy- Bakırköy yolculuğumu detaylandırarak anlatmak istiyorum.

Cuma akşamları okuldan eve geldikten sonra üstümü değiştirip doğrudan hafta sonunu ninem ve dedemle geçirmek üzere ödevlerimi de alıp yola çıkardım. Gitmek için üç farklı güzergâhı kullanırdım. Bunlardan birincisi Bostancı’dan kalkıp Altıyol’dan geçtikten sonra köprüyü geçip Aksaray’a varan otobüsü kullandıktan sonra Bakırköy minibüslerine binmek. Bu içlerinde zannediyorum öğrenci olduğum için en ekonomik olanıydı ama Cuma akşamı köprü trafiği her ne kadar bugünlerle kıyaslanmayacak durumda da olsa gene de kalabalık olurdu ve muhtemelen toplamda beş altı kereden fazla bu yolu kullanmamışımdır.

Diğer yollar Kadıköy’den kalkıp Karaköy’e vapurla geçme ile başlardı. O zamanlar daha Eminönü’ne seferler başlamamış olduğundan vapur Kadıköy’den kalkar, eğer iş saati değilse Haydarpaşa’ya uğrayabilir sonra da Karaköy’e varırdı. Önceleri jeton satılmaz, para verildikten sonra görevli önündeki turnikeyi serbest bırakır, öyle geçilirdi. Daha sonralarıysa insanların önceden jetonlarını alıp daha seri bir şekilde geçebilmelerine olanak sağlayan jeton sistemine geçilmişti. Enflasyon nedeniyle arada jeton fiyatlarını artırmak gerektiğinde insanlar stok yapıp da haksız kazanç sağlamasınlar diye iki farklı boyda jeton kullanırlardı. Eğer ki bir evvelki zamdan evvel aldığın jetonları fark verip değiştirmediysen, ikinci zamdan sonra tekrar aynı jetona dönüldüğü için kullanabilme şansın olurdu. Ancak aradan geçen zaman içerisinde evde genellikle bir kalem kabına koyulan jeton unutulur, kalemler akar onu boyar, biraz da nemlendiyse paslanır ve sonuçta zamanla değerini yitirmiş olduğu için bir temizlik esnasında atılırdı. Ama sağlam jeton bulunup da kullanılırsa sanki o yolculuk bedava yapılmış kadar güzel olurdu.

İlk zamanlar vapurun ön bölümleri ikinci mevki olarak ayrılmıştı. Vapurda iki bölüm arasındaki koridor demir parmaklıklarla ayrılmış ve kapılar da kilitli olurdu. Bu mevki ayrılığını daha da ileri götürerek birinci mevkiinin arka salonu ve onun üzerindeki açık balkon “Lüks” mevki sayılır ve görevliler vapur hareket ettikten sonra fiş karşılığı burada oturanlardan fiyat farkı alırlardı. Daha sonra önce ikinci mevki daha sonra da lüks salon kaldırıldı ve sınıfsız bir yolculuk yapılmaya başlandı. Zaten yolculuk da eğer Haydarpaşa’ya uğranılırsa yirmiiki dakikada, uğranmadan mendirek dışından gidilirse onyedi dakikada tamamlanır, bunun üzerine de kaptanın yanaşma kabiliyetine bağlı olarak bir ila on dakikalık bir pay eklemek gerekebilirdi. On dakikalık kaptanların acemi yanaşmalarına bir iki defa tesadüf ettiğimden daha vapur yanaşmadan atlamaya çalışanların bu beceriksiz yanaşma denemeleri nedeniyle çileden çıktıkları ve kaptana neredeyse galiz diyebileceğimiz laflar sarf etmelerine neredeyse hak verecek hale gelirdik.

Vapurdan hiçbir zaman ilk inenlerden olmadım. Her seferinde iskeleden vapura uzatılan ahşap iskeleyi kullanmasam da, halatlar sıkıca sabitlenmeden karaya adımımı atmazdım. Karaköy iskelesinden çıkışta iki seçenekten birini seçmem gerekirdi ve ben çoğunlukla Galata Köprüsü üzerinden devam etmeyi seçerdim. Seyrek de olsa Karaköy alt geçidini kullanıp Hırdavatçılar çarşısı önünden kalkan Topkapı veya Aksaray dolmuşlarından Aksaray olanını kullanıp Aksaray’a gidip oradan da Minibüs kullanarak Bakırköy’e varırdım. Bu gidiş trafiğe bağlı olarak daha uzun sürse de İncirli Caddesi üzerinden gittiğim için eve daha yakın inme şansı olduğundan ninemle seyahatlerimizde hep bu yolu kullanırdık. Yalnız bir keresinde sıkı yağan bir yağmur altında yaptığımız bir yolculukta şemsiye alma akıllılığını gösteremediğimizden ve şimdilerde yağmur yağdığında ortaya çıkıp beş liralık dandik şemsiyeyi onbeş liraya satan ama sonuçta bir hizmet gerçekleştirdiği için helal etme durumunda olduğunuz girişimciler olmadığından iyice bir ıslanmıştık. Ninem başında kendi örmüş olduğu keçe bir bere ile ilk başlarda yağmurdan biraz korunabilmiş, ancak daha sonra yağmur yağdığında ortadan kaybolan taksi-minibüs hizmetleri yüzünden keçe önceleri korumuş olduğu kafaya suyu aynen geçirmiş, bu da yetmezmiş gibi ninemin sırtından içeri kayıp iç çamaşırına kadar ıslatmıştı. Eve vardığımızda ikimiz de sudan çıkmış sıçana dönmüştük.

uzunomer_millipiyangoTek başıma seyahat ettiğimde seçimim olan trene gitmek için Galata Köprüsünü kullanırdım. Galata Köprüsüne vardığımda doğrudan üst kaldırıma çıkmaz, önce alt katta yürüyüp daha sonra merdivenle yukarıya çıkardım. Alt katta kendisini hiç görmediğim Uzun Ömer’in sahibi olduğu söylenen Milli Piyango tezgâhının içerisinde bulunan her biri en az ellişer santim uzunluğunda olan ayakkabılarını gördüğümde adamın boyutları hakkında fikir sahibi olabiliyordum.

Milli Piyango deyince akla ilk gelen yer olan Nimet Abla Gişesi de Galata Köprüsü geçildikten sonra yanından geçtiğim bir mekândı. Arada şansımı denemek üzere bilet aldığım olduysa da amortiden öteye geçemedim bir türlü.

Nimet Abla gişesinin yanında bulunan kuyumcu ve saatçilerin bir tanesinde su geçirmez olduğunu göstermek üzere bir saat bir akvaryum içerisine konmuş olan bir istiridye kabuğunun içine yerleştirilmişti. Kabuğun içine verilen hava bir süre sonra üst kapağı kaldırıyor, bu esnada saat görünüyor, peşinden de kapak iyice açılınca içinde biriken hava serbest kalıp da yukarıya çıkınca kapak da kendi ağırlığıyla tekrar kapanıyordu. Buradan geçerken beş on kere kapağın açılıp da saatin görünmesini beklemeden geçmezdim.

Köşeyi dönüp de istasyona doğru dönüldüğünde sağ tarafta kalan Şekerci Ali Muhiddin Hacı Bekir’in dükkânı da arada uğradığım mekânlardandı. Dedemle Ninemin sevdiği çifte kavrulmuş kuşlokumu ve fındıklı lokum param olduğunda aldığım lezzetlerdendi, hala daha Hacı Bekir’e uğrayıp bunlardan alıp bir Fatiha okumayı ihmal etmem. Hacı Bekir de geçildikten sonra artık olay trene binmeye gelirdi.

Sirkeci_Halkalı_Banliyö.jpgBanliyö trenleri dört ayrı perondan kalksalar da genellikle en sağdaki iki tanesinden kalkana rastlardım. Hangi perondaki trenin kalkacağı peron başındaki ışıklı peron numarasından anlaşılır, eğer tren çok kalabalık görülürse bekleyen diğer trene de oturulurdu. Ancak bazen peronda beklemekte olan ikinci tren yerine kalkan trenden sonra daha yeni gelen tren kalkışa hazırlanırsa, o esnada kalkacağı beklenen trene binip de oturmuş olan yolcular bir koşu diğer trene geçerler ama farkına varana kadar vagonlar dolarsa ayakta kalmaları da olasıydı. Trenin ilk vagonları gelenlerin kalkacağından endişelenip kendilerini hemen ilk gördüklerine attıklarından oralarda izdiham yaşanırken eğer cesaret gösterip de ileriye gidilirse oturacak yer bulmak bile mümkündü. Ben trende oturmayı pek sevmezdim ve genellikle kapının köşesinde bekler, zaten kalabalık olan vagonun havasız havasından ancak duraklarda kapılar açıldığında dışarı kendini zorla atan insanların boşalttığı yerlere yenileri dolmadan içeri giren temiz havayı ilk solumak şansına sahip olurdum.

Sirkeci’den kalkıştan sonra onuncu istasyon olan Bakırköy’e yaklaşık yarım saatte giderdik ve trenin en kalabalık olduğu zaman da bu sürede yaşanırdı. Bir güruh halinde Bakırköy’de trenden inince oturacak yer bile bulunabilir olurdu ama ben indiğimden bu yolculuk sırasında oturarak.seyahat etmişliğim pek yoktur.

Not:Başlık minibüs muavinlerinin hızlı bir şekilde devamlı olarak Bakırköy demelerine öykünülmüştür)

Sonraki yazı 123 Denetleme II

121

123

Yorum bırakın