001-Demli mi dediniz


2 Şubat 2007

Cuma yazılarının ilki

Demli mi dediniz?

Fuad ve Cüneyd biraderlerle yaklaşık 30 senedir birbirimizi tanırız ve bu zaman zarfında paylaştığımız pek çok şeyin yanında pek çok farklılıklarımız da vardır.
Bunlardan bir tanesi çay içme konusudur. Her ne kadar çay içmeyi her iki taraf da (taraflardan bir tanesi Fuad-Cüneyd biraderler, diğeri bendeniz) seviyorsak da çayın demi konusunda pek uyuşamayız. Benim evimde çay içiyorsak biraderler çayı çok açık bulurlarken onların sahasında pişen çayı da ben pek bir koyu bulur, bu sebeple demini az, suyunu çok isterim.

Gene böyle ziyaretlerimizden birinde Fuad ve Cüneyd biraderler, refakatlerinde Nihan yengem olmak üzere bir yaz günü beni ziyarete gelmişlerdi ve annemlerin yazın genelde yazlıkta olması nedeniyle bir yaz bekarı olarak onları ağırladığımda tabidir ki çay içme koşulları fazlasıyla oluşmuştu.

Burada yaz bekarı olma durumuna dikkati çekmek isterim. Tabidir ki her yaz bekarı gibi evde kullanılıp da biten herhangi bir malzeme kesinlikle alınmaz, alınsa da yerine konmaz.
Bizde çay genellikle Çaykur’un çayları Tomurcuk veya Seylan çayları ile harmanlanıp o şekilde kullanılmakta. Tabi serde bekarlık, hele ki yaz bekarlığı olunca, o gün bu harman kavanozda bulunmamakta idi. Dolaplara baktığımda ise sadece Seylan çayının, o da diğerine göre harmana daha az oranda kullandığımız için, bulunduğunu gördüm. Serde tabi tembellik de olduğundan çayı kavanoza boşaltıp demliğe de oradan koymak yerine doğrudan torbanın içerisinden demliğe boca etme yolunu seçtim. Ancak ne hikmetse torbayı ters çevirdiğimde demliğe biraz fazla kaçtı. Demlenecek çay miktarına bakıp “yahu biraz fazla mı oldu ne?” derken içimden bir ses, tamamen iyi niyetle “Yahu bırak. Hep senin çaylarını açık buluyorlar. Bizim evde bir kez de şöyle demli bir çay içsinler” dedi.
Neyse çaylar demlenip de tarafımdan servis yapıldığında Okay biraderlerden çayın koyuluğuna dair takdir cümleleri de aldım.

Yalnız iş çayı içmeye gelince işin pek de takdire şayan olmadığı ortaya çıktı. Çayı zaten yeterinden fazla şekerli içen Cüneyd çaya ha babam şeker takviyesi yaparken sıra sonunda ikinci çayları içmeye geldi. Fuad ve ben gayet doğal şekilde ikinci çaylarımızı alırken, Yengem ikinci çayı almayı reddetti. Cüneyd ise o sırada yarısına gelmiş olduğu çayın üzerine dem konmadan sadece sıcak su takviyesi yapılmasını istedi.

Neyse sonunda çaylar bitti ve ziyaretin de sonu geldi. Ben misafirlerim gidince boşları mutfağa götürdüm ama tabi serde olan bekarlığın şanına leke sürmemek üzere fincanları olduğu gibi mutfak tezgahının üzerine bıraktım.

Ertesi gün boşları bulaşık makinasına yerleştirme zamanı geldiğinde kaşıkların fincan dibinde kalan çaya yapışmış olduğunu görüp “Galiba dünkü çayı biraz fazla koyu yapmışım” gibi bir hisse kapılmadım da değil.

Okay biraderlere gelince: Yengem o gece uyumakta biraz zorlanmış, Cüneyd uyumak için sabah saatlerini beklemek zorunda kalmış, Fuad ise o geceyi cin gibi hiç uykusu gelmeden geçirip uykuyu bir sonraki geceye bırakmış.

Ama o günden sonra benden ne demli çay istediler, ne de çayın açık veya koyu olması konusunda bir yorum duydum.

Sonraki yazı 006 – Ah Şu Kravat

2

Yorum bırakın